12-MASONLUK

İlk nerede ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmese de, masonluk tarihinin 6000 yıl öncesine uzandığı sanılıyor. Eski Mısır uygarlığından itibaren inşaat biliminin inceliklerini özenle koruyan bu teşkilata ilişkin ilk bilgi, 2900 yıl önce Süleyman Peygamberin yaptırdığı mabedin mimarı Hiram Abif’in öldürülmesi olayıdır. Mutlaka daha öncesi de vardır, ama bilinen en eski kaynak Hiram Abif’le başladığından sıklıkla Yahudilere hizmet suçlamasına maruz kalmışlardır. Bu arada ‘mason’ sözcüğünün duvarcı veya duvar ustası anlamına geldiğini hatırlatmakta yarar var. Mason, bugünkü terminolojiyle inşaat mühendisi ve mimarın yaptığı işi yapan kişi demekti.

1717 yılına kadar masonluk inşaatçıların oluşturduğu bir meslek örgütüydü. Geleneksel masonlar, meslek sırlarını verecekleri adayı özenle seçer, bilimsel eğitimden çok ahlaki değerlere önem verirdi. Bunun iki temel sebebi vardı; birincisi, inşaat ve mimari eski çağlarda en değerli bilim dalıydı. Bu ayrıcalıklı meslek küçük bir kesimin elinde bulunduğunda daha da değerli hale geliyordu. Masonlar her zaman krallar tarafından özel ilgi görmüş ve kendilerine uluslararası serbest seyahat hakkı tanınmıştır. ‘Özgür Masonlar’ tabiri buradan gelmektedir.

Müslüman ülkeler de dâhil olmak üzere hemen her yerde teşkilatlanmış ve bugün hayranlıkla izlediğimiz görkemli yapıları inşa etmişlerdir. O dönemin masonlarını kırmızı pasaport sahipleri gibi düşünmek yanlış olmaz. Nereye gitseler vizesiz, sorgusuz sualsiz kabul görür, sahip oldukları bilime hürmeten el üstünde tutulurlardı. Bu yüzden yapı sanatının inceliklerini herkese öğretmek akıllıca değildi. Locaya kabul edilen çırak uzun yıllar hizmet edip sadakatini kanıtladıktan sonra kalfalığa terfi eder, zamanla ustalık bilgilerine de sahip olurdu.

Diğer taraftan ezoterik ilim de özenle korunurdu. Belki de bu ikincisi, locanın dış görünüşteki amacı olan inşaat işinden daha önemliydi. Eski çağlarda en önemli yapılar her zaman ibadethaneler olmuştur. Bilinen en eski yapı, Şanlıurfa’da 11.000 yıl önce inşa edilmiş olan Göbeklitepe tapınağıdır. İnsanların henüz mağaralarda yaşadığı bir dönemde bile tapınak inşa etmeleri, mabedin her zaman öncelikli olduğunu gösteriyor.

Tapınak yapımı sadece kaba bir bina inşaatından ibaret olmayıp, teoloji, astronomi, geometri gibi pek çok bilimin inceliklerine vakıf olmayı gerektiriyordu. Özellikle dini ritüelleri ve ezoterik sembolleri çok iyi anlamak işin inşaat yönünden daha önemliydi. Bu yüzden de sırların özenle korunması ve sadece layık olan kardeşlere derecelerine göre verilmesi zorunluydu.

Dul bir kadının çocuğu olan Hiram Usta hayatı pahasına bu değerli bilgileri korudu. Süleyman Mabedi’nin inşası sırasında kendisinden sırları öğrenmek isteyen bazı çıraklar gönye, cetvel, çekiç gibi aletlerle saldırdılar. Hiram Abif hiçbir şey söylemedi. Süleyman Peygamberin Hiram Usta’yı çok sevdiği ve saygı duyduğu bilinir. Katilleri yakalamak için elinden geleni yaptı ve cezalandırdı. O günden sonra masonlar daha dikkatli olmak gerektiğini anladılar.

Aslında onları korkutan inşaat mesleğinin inceliklerini yabancılara kaptırmaktan çok, sahip oldukları batıni (ezoterik) bilgilerin açığa çıkmasıydı. Günümüz insanına garip gelse de, locada kardeşlerle paylaşılan bilgiler ölümcüldü. Eski çağlarda halkın dini inançlarına aykırı gördüğü bir söylemi idamla cezalandırması sıradan bir olaydı. Hemen her toplumda çoğunluğu oluşturan kesim statükocu, dini sadece dış görünüş ve kurallardan ibaret gören bağnaz bir zihniyettir.

Bu nedenledir ki, dinin ezoterik yönünü anlamayı başaran küçük bir kesimle geriye kalan çoğunluk arasında her zaman kapanmaz bir uçurum olmuştur. İlahî Hakikatin özünü kavrayanlar, dış görünüşte Hristiyan, Müslüman, Musevi veya Hindu gibi farklı dinlerin mensupları da olsalar, birlik (tevhid) gerçeğini aynı şekilde tarif ederler. Din ve mezhep savaşlarının milyonlarca insanın ölümüne neden olduğu bir dünyada pek az örgüt bu çatışmaların dışında kalarak ‘kardeşlik’ kurmayı başarmıştır. Hiç şüphesiz bu örgütlerin başında da masonluk gelir.

‘Kâinatın Ulu Mimarı’ olarak tanımlanan ‘Yüce Yaratıcı’ birdir, herkes kendi dinindeki adıyla isimlendirebilir. Locaya girerken her birader kendi kutsal kitabı üzerine yemin eder. Ama sonuçta hepsi bilir ki, kutsal kitaplarda farklı isimlerle ifade edilse de Tanrı tektir. Yahudiler için adının ‘Adonay’ Müslümanlar için ‘Allah’ olması bir şey değiştirmez. O, Musevî, İsevî ve Muhammedî dinlerin tek Tanrısıdır.

Kutsal Kitabın Yuhanna tarafından yazılmış olan bölümü Hristiyanlığın ezoterik yönüne en fazla vurgu yapan kısımdır. Bu yüzden de Hristiyan masonlar çoğunlukla Aziz Yuhanna’yı referans almışlardır. İslam tasavvufundaki vahdet-i vücud (varlığın birliği) anlayışıyla Yuhanna’nın öğretileri aynıdır. ‘Tanrı senin içindedir’ der, Havari Yuhanna. Kâinatın Ulu Mimarı’nı bilmenin yolu, benlikten arınarak sevgi bağı ile bütün varlıkla bir olmaktır. Dolaysıyla bir masonun en önemli görevi Tanrı’yı ve insanı sevmektir. Musevi toplumlardan da aynı gerçeğe işaret eden gruplar vardır. Bu toplulukların din anlayışının temeli, tek olan Yaratıcı’nın insan kalbine ancak sevgiyle tecelli edeceği ve bütün varlığın ‘bir’ olduğu esasına dayanır.

Eski çağlarda masonluğa girmek isteyen aday hem bir olan Tanrıya, hem de ruhun ölümsüzlüğüne iman etmeliydi. Aksi halde locaya kabul edilmesi mümkün değildi. Masonluk için İbrahim Peygamberin ‘Hanif dini’ni esas alan bir kardeşlik teşkilatı demek yanlış olmaz.

Günümüzde ismi pek fazla bilinmese de Hanif inanç, hem Musevi, hem Hristiyan, hem de İslam dini ile uyumlu olup, sadece İbrahimî dinleri değil, bütün peygamberleri kabul eder.

Locanın inanç boyutu elbette toplum tarafından bilinmiyordu. Halka açık yönüyle masonluk imrenilen bir meslek loncasıydı. Ahlaki değerlere ve etik ilkelere bağlılıklarıyla herkesin takdirini kazanmışlardı. Mason olmak öyle kolay bir iş değildi, adayın geçmişinde hiçbir karanlık nokta olmaması gerekirdi. Yüz kızartıcı bir suça karışmış, dürüstlüğü tartışılan veya yaşadığı çevrede sevilmeyen insanlar kardeşliğe kabul edilmezdi. Bu yüzden bir mason, inşaat ustası olmanın ötesinde yüksek ahlaki vasıflara sahip erdemli bir insandı.

Spekülatif Devrim
Masonluk saygın bir meslek locası olarak varlığına devam ederken 1717 yılında ilginç bir değişim oldu. Dört loca bir araya gelerek Londra Büyük Locası’nı kurdular. Bunlardan üçü henüz birkaç yıl önce kurulmuştu. Bu localarda inşaatla hiç ilgisi olmayan üyeler vardı. Bazı biraderler apar topar kalfa yapılarak üstatlık yolu açıldı, daha sonra bu üç loca St. Paul Locası ile birleşme kararı aldı. Hızlı bir operasyonla oluşturulan ‘Londra Büyük Locası’ kendini masonluğun temsilcisi ilan etti ve masonluk tarihini sahiplendi.

İlk iş olarak, büyük üstadın emri üzerine 1718’de masonlukla ilgili bütün belgeler toplatıldı. Ülke çapında el yazması ne kadar eser varsa toplandı. Bu o kadar kolay değildi. Spekülatif masonluğa geçiş sürecinin en az 15 yıl önce başladığı tahmin edilmektedir. Yani birileri masonluğu yeniden şekillendirmek için uzun süre kafa yormuştu.

Toplanan belgeler büyük önem taşıyordu. Çünkü masonlar prensip olarak yazılı bir eser bırakmıyordu. Özellikle mesleğin sırları ve teşkilatın yapısı sadece sözlü olarak ustadan çırağa aktarılarak korunuyordu. Ama yine de, az sayıda belge mevcuttu ve bu el yazması eserlerin kimlerde olduğu az çok biliniyordu. İlk bakışta masum bir amaçla toplanıyormuş gibi görüntü verildi. Modern usullerle kurulan ilk obediyans, varlığını gerçek masonik ilkelere dayandırmak için bu belgelere ihtiyaç duymuş olabilirdi. Ama öyle olmadığı anlaşıldı.

Birkaç ay sonra çıkan bir yangında bütün belgeler yandı. Böylece kimsenin masonluğun geçmişine ilişkin bir kayda ulaşma şansı kalmadı. Bu yangının kasıtlı çıkarıldığı dedikodusu yayıldı. Sanki birileri masonluğu geçmişinden koparıp yeni bir teşkilat yaratmak istiyor gibiydi.
Nitekim bu şüpheyi haklı çıkaracak bir olay daha gerçekleşti. Yangından bir süre sonra bulunan diğer bazı belgeler şöminede yakıldı. Yakma bahanesi ilginçti; güya bunlar halkın eline geçerse masonluğa zarar verebilirdi. Oysa gerçek amaç masonluğun Katolik Kilisesi ile olan bağını koparmaktı. Çünkü yeni biraderler Protestan ve Presbiteryen mezheplerinden olup, Vatikan’dan hiç hoşlanmayan reformistler idi.

1723’te belgeler imha edildikten hemen sonra, büyük loca tarafından daha ‘usta’ bile olmayan James Anderson’a ‘Anayasa’ yazma görevi verildi. Onun arkasında Jean Théophile Désaguliers'nin olduğu biliniyordu. 1725’te Londra Büyük Locası adını ‘İngiltere Büyük Locası’ olarak değiştirdi. Anlaşılan yeni biraderlerin gözü yüksekteydi. Amaçlarının sadece birkaç locayı birleştirmek değil, bütün Dünya masonluğunu yeniden dizayn etmek olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Désaguliers İngiltere’de işleri yoluna koyduktan sonra Fransa’ya gitti ve operasyonu Kıta Avrupasına taşıdı. Masonlar şaşkındı…

Aslında bu bir ihtilaldi. Binlerce yıllık geleneği bir anda yıkarak, inşaatla ilgisi olmayan farklı meslek gruplarının locaya kabul edilmesi kelimenin tam anlamıyla bir devrimdi. Böylece ‘Spekülatif Masonluk’ devri başladı. Modernlere karşı Geleneği temsil eden kanat bu oldu bittiye itiraz etti, ritüeller ve bazı masonik uygulamaların değiştirilmesine uzun süre direndi. Ama sonuç değişmedi.

Temel anlaşmazlık yeni biraderlerin masonluğunun tartışmalı oluşuydu. Örneğin, modernlerin ilk büyük üstadı Anthony Sayer; hangi dereceden mason olduğu meçhul bu şahıs aslında doktordu. Masonluğa ne zaman girdiği bile belli değildir. İkinci büyük üstat George Payne inşaat mesleği ile en küçük ilgisi olmayan bir maliyeci idi. Jean Théophile Désaguliers her ne kadar üçüncü büyük üstat olsa da perde arkasından bütün bu işlerin planlayıcısıydı. Ondan sonraki üstatlar da tıp doktoruydu.

Kısacası, bu yeni oluşumun biraderleri geleneksel yollardan masonluğa girmiş olamazdı. Masonluk içinde bağlantıları olan dış bir odak tarafından yürütülen operasyon olduğu açıktı, ama kimse bir şey kanıtlayamadı. Büyük üstatlar hakkında bile kayda değer bilgi yoktur. Kim oldukları, ne zaman ve nasıl masonluğa sızdıkları tespit edilse, belki perde arkasındaki güç deşifre edilebilirdi, ama bu mümkün olmadı. Tek bilinen operasyonun baş rollerinde Désaguliers ve Anderson’un olduğudur.

Sonuçta ‘spekülatif masonluk’ kazandı. Çünkü meslek erbabı olan operatif masonlar zamanla önemini kaybetmişti. Bir ara Londra yangını sonrası inşaatlar yoğunlaşsa da, 1700’lü yılların başında işler durma noktasına gelmişti. Eskisi gibi gösterişli binalara talep kalmamıştı. Masonların en önemli eserleri, bir zamanlar kralların inşa ettirmek için yarıştığı ihtişamlı katedrallerdi. Aslında buna İslam dünyasındaki camileri de ekleyebiliriz. Türkiye Masonlarının ‘Mimar Sinan’ adıyla dergi çıkarması tesadüf olmasa gerek…

Anderson Anayasası
Avrupa’da kilisenin gücü azaldıkça katedral siparişleri de azaldı, böylece meydan tamamen spekülatif masonlara kaldı. Yine de masonluğun temel prensipleri korunmuştu. Anderson Anayasasına göre masonik kurallar özetle şöyleydi;

1 Putlara ve yalancı tanrılara tapmayacaksın
2 Tanrıya ve kutsal şeylere küfretmeyeceksin
3 Kimseyi öldürmeyeceksin
4 Zina etmeyecek ve eşini aldatmayacaksın
5 Hırsızlık yapmayacaksın
6 Devleti yönetenlere ve yasaya karşı gelenlere adaletle hüküm vereceksin
7 Kanı akıtılmamış hayvan eti yemeyeceksin

Bu maddeler Musa Peygambere bildirilen ‘10 Emir’i çağrıştırıyordu. Zaten yeni dönemde masonlar Nuh Peygamberin devamı olduklarına kanaat getirmiş, Eski Ahit’e daha fazla yakınlaşmıştı. Diğer taraftan din ve mezhep kavgası da sürüyordu. Bir bölümü Hristiyanlığa bağlı geleneksel çizgide giderken, diğer bir kesim ‘Deist’ yaklaşımı esas alıyordu. Deistlere göre bir olan Yaratıcı’ya inanmak yeterliydi, masonluğu herhangi bir din veya mezhebe bağlamak gerekmiyordu. Bu tartışmalar yüz yılı aşkın bir süre devam etti.

Bu arada Teizm ve Deizm arasındaki farkı açıklamakta yarar var. Teistler, Tanrıya ve elçileri aracılığıyla iletilen vahye inanır, dinin varlığını kabul ederler. Deistler ise sadece Tanrıya inanır, hiçbir dini kabul etmezler. Bu felsefi ayrıntı önemlidir, çünkü yenilikçi kanat deist görüşü benimsemekte, masonluğu dinden ayırmaya gayret etmekteydi. Deizm, masonluğun temeli olan ‘Bir olan Yaratıcı’ inancına uygun görünse de, bu yıkıcı faaliyet bir sonraki aşamaya hazırlıktan başka bir şey değildi. Esas amaç Tanrısız bir masonluk yaratmaktı.

Ama modern biraderlerin işi zordu. Geleneksel kanadı temsil eden York Locası öncülüğünde 1751’de ‘Kadim Masonlar Büyük Locası’ kuruldu. York Locası, Masonluğun orijinal ritüellerini koruyordu. Modernistlere karşı olarak 1756’da kendi anayasasını yayınladı. Bu yasalar Anderson Anayasası ile hemen hemen aynıydı. Tek fark dini yaklaşımdı. Anderson’un aksine, geleneksel kanat masonluğu Hristiyan bir kurum olarak tanımlıyordu.

Sonunda orta bir yol bulundu. 1813’te bütün localar ‘Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar İngiltere Birleşik Büyük Locası’ altında birleşti. Anderson Anayasası kısmen revize edildi ama çatlak bir kere açılmıştı. Dini reddeden o çatlaktan, bir süre sonra Tanrı inancını da reddedecek yepyeni bir masonluk doğacaktı.

Bu süreçte Tapınak Şövalyelerinin rolü ve mason localarına nasıl sızdıkları ayrı bir konudur, detaya girmeyeceğiz. Sadece şunu bilmekte yarar var; büyük üstat Jacques de Molay’nin 1314’te, kral IV. Philippe ve Vatikan işbirliğinde ağır işkencelerle öldürülmesi, Fransa kraliyet ailesi ve Katolik Kilisesine karşı yüzlerce yıl sürecek bir savaşı başlatmıştı. 1717’de, Hristiyan bir kurum olan masonluk Kiliseyi reddetmişse, bu işin içinde Tapınakçıların rolü araştırılmaya değerdir.

Tarih sahnesinden silinerek Britanya Adasında gözden kaybolan Tapınakçıların parası vardı, Masonların da sanatı. Aslında aralarında uzun zamandır doğal bir ilişki vardı. Katedral yaptırmak isteyen her kral Tapınakçıların parasına, Masonların inşaat becerilerine ihtiyaç duyardı. Tapınakçılar yeraltına çekilmeye mecbur kaldıklarında bu ilişkinin devam etmiş olması muhtemeldir. Ancak mason localarına sızmaları kolay değildi. Sadece gençler çırak olarak girebilir, uzun yıllar sonra üstatlığa yükselme şansı yakalayabilirdi. Tapınakçıların da pek acelesi yoktu. Evlenmedikleri için çocukları olmadığı dikkate alınırsa yeni bir yapılanma zorunluydu.

Spekülatif masonluğu Tapınakçıların icat ederek yavaş yavaş locaları ele geçirdikleri hep söylenir, ama bu hiçbir zaman kanıtlanamamıştır. Gerçek şu ki, tamamen ele geçiremeseler de localara sızmayı başarmış ve büyük ölçüde masonların gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu etki, masonik derecelerin bazılarında açıkça görülür.

Fransa Masonluğu
1813’ten sonra Masonluk bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı. Artık inşaatçılara özel bir teşkilat olmaktan tamamen çıkmış, her meslekten insanı kabul eden sosyal kulüplere dönüşmüştü. Bu dönüşüm yıllarında Fransa ve İngiltere masonluğunun da ayrışmaya başladığı görülür.

İngiltere’de güçlü bir kraliyet otoritesi vardır. Bugün bile İngiliz medyasında monarşi aleyhine tek satır haber yapılamaz, sansür mekanizması çok derindir. Medya, kraliçenin bir yetkisi bulunmadığına halkı inandırsa da, kimin sembolik olduğunu anlamak için bir başbakanlık konutuna, bir de Buckingham Sarayına bakmak yeterlidir.

Fransa’da ise durum tam tersine kraliyetin aleyhine işliyordu. ‘Fransa Büyük Locası’ adı altında organize olan Fransız masonları sadece monarşiye değil, dine de karşıydı. 1789’da gerçekleşen devrim sonrası kraliyet ile birlikte Katolik Kilisesi de infaz edildi. O zamana kadar Avrupa’nın belki de en dindar halkı olan Fransızlar bu kural dışı loca sayesinde ‘Laiklik’ ilkesi ile tanıştı.

İşin ilginç yanı Fransa Büyük Doğu Locasının ‘değerler’ listesinin en başında ‘Demokrasi’nin olmasıdır. Bunu monarşiye karşı olma, veya Fransa kraliyet ailesine düşmanlık olarak tercüme etmek daha doğru olur. Hemen ikinci sırada gelen ‘Laiklik’ ise Katolik Kilisesi ile mücadeleden başka bir anlam taşımamaktadır.

İhtilal sonrası Fransa’dan dünyaya üç kavram yayıldı;
- Cumhuriyet
- Laiklik
- Etnik milliyetçiliğe dayalı ulus-devlet

1723’te Londra’da Anderson Anayasası ile başlayan ‘deizm’ fikrinden ‘ateizm’e geçiş süreci hızlı gelişti. Adından da anlaşılacağı üzere aslen Fransız olan Jean T. Désaguliers İngiltere’den Fransa’ya geçer geçmez spekülatif masonluk Paris’te belirdi. Her ne kadar kesin tarihi belli olmasa da, Fransa Büyük Locasının 1728-1733 yılları arasında doğduğu biliniyor. 1773’te adını ‘Fransa Büyük Doğu (Grand Orient) Locası’ olarak değiştirdi.

Geleneksel Britanya masonluğunun aksine Fransız locaları siyasetle içli dışlıydı. Monarşiye son vermek için çabalayan Jakobin (Yakoben) kulüplerle kısa zamanda kaynaştılar. Devrim tecrübelerini Fransa’dan önce Amerika’da elde ettiler. Benjamin Franklin Fransa’da bulunduğu sürede ‘Les Neuf Sœurs (Dokuz Kız Kardeş) Locası’ ile irtibat halindeydi.

Fransız ihtilalinde rol oynayan Voltaire, Mirabeau, Marquis de Lafayette, Marquis de Condorcet, Georges Danton, Hébert gibi önde gelen isimlerin hepsi masondu. Aynı zamanda Jakobin olan Louis Philippe (Duke d’Orléans) sıradan bir mason değil, Büyük Doğu Locası’nın büyük üstadıydı. 1771-1793 arasında görev yapmıştı, yani tam ihtilal yıllarında!
 
Louis Philippe, Montesqieu ve Jean-Jacques Rousseau gibi devrimcilerin fikirlerini yaymak için büyük gayret gösterdi. Tanrı inancını esas alan, her biraderin bulunduğu ülkenin dinine tabi olmasını zorunlu kılan bir kardeşlik teşkilatı, kısa sürede dinsiz devrimci bir örgüte dönüştü.

Spekülatif masonluğun gelişimi her bölgede farklı oldu. İngiltere’de kraliyete bağlı, inançlı geleneksel bir masonluk hâkim olurken, Amerika’da daha farklıydı. Fransa’da ise monarşilere şiddetle karşı, modernizm yanlısı, manevi değerlere düşman bir masonluk anlayışı gelişti.

Detaya fazla girmeden bugün bile masonlar arasındaki çatışmanın devam ettiğini söylemekle yetinelim. Avrupa’da yaşanan bu güç mücadelesi elbette Türkiye masonlarını da etkiledi, iç mücadele zaman zaman basına da yansıdı. Sonuç olarak, Geleneksel Masonluk her ne kadar sayısal çoğunluğu oluştursa da, modernistlerin etkisi daha fazla oldu.

Demokrasi fikriyle vadedilen özgürlük, kralın kölesi olmaktan kurtulup küresel sermayenin kölesi olmaktan başka bir şey değildi. Artık yeni rejim sayesinde görünmeyen efendiler dünya siyasetine yön verirken, halk parti kavgalarıyla didişerek sözde özgürlüğün tadını çıkaracaktı. Bu model ilk defa fiilen Fransa’da uygulandı.

1980 öncesi binlerce insanımızın hayatına mal olan sağcılık ve solculuk, Fransız meclisinin sağ tarafında oturan muhafazakârlar (droitier) ile sol tarafta oturan modernistleri (gauchier) ayırmak için icat edilmişti. Tabii sokakta vatan(!) uğruna birbirini öldüren halkın bundan hiçbir zaman haberi olmadı.

Diğer bir virüs olan etnik milliyetçilik fikrinin arkasında gizlenen tuzak ise elbette ırkçılıktı. Türkiye’nin bağışıklık sistemi güçlü olduğu için bu virüs etkisini geç gösterdi. Yüzlerce yıllık Türk Devlet Geleneği kardeşlik ve eşitlik temeline dayandığından, hastalığın semptomları ancak son 30 yılda görülür oldu.

Aslında batı ile kıyaslanırsa Türkiye’de ırkçılık sorunu yok denecek kadar azdır. Bunu ancak Amerika ve Avrupa ülkelerinde uzun süre yaşayanlar anlayabilir. Türkiye’de sarışın veya esmer olmak bir anlam ifade etmez. Ama orada eder. Yazılı olmayan kuralı herkes bilir; beyaz adam ayrıcalıklıdır ve en üsttedir, sonra ‘hispanic’ denilen esmer tenliler gelir. Güney Amerikalı ve Orta Doğulu milletleri bu gruba dâhil edebiliriz. En altta ise siyah derili Hint ve Afrikalılar bulunur. Bu kural hiçbir yerde yazılı değildir, kimse size bu konuda bir şey söylemez, konuşmaz; ancak yaşayarak hissedersiniz. Amerika’da zaten var olan ırkçılık, masonların gerçekleştirdiği Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan ulus-devlet modeli ile ideolojik zemin buldu.

Bugün gelinen noktada şu iyidir, bu kötüdür, diyebileceğimiz bir masonluk türü yoktur. Grand Orient Locaları ateistlerle dolup taşsa da, Fransa’da inançlı, dindar masonlar her zaman olmuştur. Bu karışık durumu çözmek amacıyla Geleneksel Masonlar regulier (kurala uygun) ve irregulier (kural dışı) tabirlerini kullanmaya başladılar.

Örneğin, Tanrı’ya inanmayan birini ‘inisiye’ ederek biraderliğe kabul eden bir loca kural dışıdır. Birkaç birader inançlı olsa bile locanın işleyiş şekli kurala aykırı olduğundan ‘gayri muntazam (irregulier)’ olarak tasnif edilir. Masonluğun temeli, Kainatın Yüce Mimarı’na imanı gerektirir ve her kardeş kendi dinine göre bu Yaratıcı’ya ibadet etmelidir. Geleneksellerin bu sınıflandırmasına Grand Orient gibi Tanrı tanımaz localar karşı çıktı, legal (kurala uygun) olduklarını iddia ettiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder