5-SAVAŞ BAŞLIYOR

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da direniş başlatmak üzere görevlendirildiğinde Yunan askeri de İzmir’e çıkmak üzereydi. İşgal 15 Mayıs’ta başladı, ertesi gün Mustafa Kemal ve arkadaşları Bandırma vapuruyla Samsun’a hareket etti. Artık zamana karşı yarış başlamıştı.

‘Yedi düvele karşı savaştık’ masalı hepimize ilkokul yıllarından itibaren ezberletilmiştir. Yedi devlet demektir. Çokluktan kinaye, pek çok devlete karşı, hatta bütün dünyaya karşı tek başımıza savaştık gibi destansı bir coşkunluk yaratmak amacıyla üretilen bir söylemdir.

Bu tür psikolojik yanıltma yöntemleri sadece Türkiye’ye has değildir. Hemen her devlet benzer algı operasyonlarıyla halkının millî gururunu üst düzeyde tutmaya gayret eder. Pek az insanımız Kurtuluş Savaşı’nda sadece Yunan ordusuna karşı mücadele ettiğimizi bilir. Büyük çoğunluk ise yedi düveli yenmiş gibi mutludur.

Sokakta rastgele insanlara sorduğunuzda, bu yedi düşman devlet arasında Almanya ve Rusya’yı da sayanları duyunca, toplumsal algının artık yanılgı boyutunu aşıp komedi sınırlarına taştığını hayretle görebilirsiniz. Bu yüzden Kurtuluş Savaşı gerçeğini sil baştan ele almamız gerekiyor.

Daha bağımsızlığını kazanalı 100 yıl geçmemiş Yunanistan’ın ciddiye alınacak bir ordusu yoktu. Bizim tarafta da durum hiç parlak değildi. Bütün cephelerde yenilmiştik ordu diye bir şey kalmamıştı. Zaten Yunanlara karşı savaşan gruplar da sivil halktan oluşan çetelerdi. Birkaç yüz kişilik silahlı gruplar bile Yunan ilerleyişini ciddi anlamda engelliyordu.

Çerkez Ethem bunların pek çoğunu bir araya getirip 6-7 bin kişilik düzenli bir kuvvet oluşturmayı başardı. Mustafa Kemal Paşa millî mücadeleyi başlatınca tereddütsüz Ankara Hükûmeti’nin emrine girdi. ‘Kuvva-yı Seyyare’ adı verilen bu birlik Anadolu’da sürekli hareket halindeydi.

TBMM’nin gayretiyle oluşturulan ilk çekirdek ordunun sadece 6.000 askerden ibaret olduğunu bilen pek yoktur. Ordunun komutanlığına ise Albay İsmet getirildi. Yani Çerkez Ethem’in komutasındaki birlik daha güçlü ve deneyimliydi. Neden İsmet İnönü’nün emrine girmesi gerektiğine bir anlam veremedi. Bir şeylerin yolunda gitmediğini ilk fark eden Çerkez Ethem olmuştu. Onca paşa dururken, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Fevzi Çakmak gibi savaş tecrübesi yüksek ve başarısı kanıtlanmış komutanlardan biri değil de, neden bir albay? Üstelik doğrudan ordu komutanlığına atanması anlaşılır gibi değildi.

Olayların devamı herkesçe malum… Çerkez Ethem, Albay İsmet’in emri altına girmeyi reddeder, isyancı bir hain olarak dışlanınca birliğini dağıtır ve Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır. Yunan ve Türk kuvvetleri arasında ilk temas 6 Ocak 1921’de İnönü mevkinde gerçekleşti. Hafif çatışma sonunda Yunan birlikleri toparlanıp büyük bir taarruz hazırlığına başladı. Aslında 1. İnönü Savaşı diye bir savaştan söz edilemez, ama iki ordunun karşılaşma anını zafer haline dönüştürdük ki albaylıktan paşalığa terfi bahanesi olsun...


İki ay sonra Yunan ordusu kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu süre içinde Türk tarafı asker sayısını 6.000’den 40.000’e çıkarmayı başarmıştı. Yunan tarafı ise 30.000 kişi idi ama ağır silahlar açısından daha üstündüler. Yunan kuvvetleri savaşın ilk günlerinde Afyon’u ele geçirip ilerlemeye başlayınca Fevzi Çakmak duruma müdahale etmek zorunda kaldı. Komutayı İsmet Paşa'dan devralıp mağlubiyeti galibiyete çevirdi.

Bütün tarihi kaynaklar İsmet İnönü’nün yanlış komutası yüzünden savaşın kaybedilmek üzere olduğunu belirtse de, ilginç bir şekilde, Fevzi Çakmak’ın kazandığı zafer İsmet’ Paşa'nın hanesine yazıldı. Daha da ilginci, ne Fevzi Çakmak, ne de bir başkası bu haksızlığa itiraz etmedi. Sanki gizli bir el İsmet İnönü’yü kahraman yapmaya karar vermişti ve bu karara kimse itiraz etmiyordu.

Gariplikler bununla da sınırlı kalmadı. İsmet İnönü başarısızlığına rağmen Mayıs 1921’de Batı Cephesi komutanlığına getirildi. Sonrasında tarih kitaplarımızın yazmadığı büyük bir hezimet yaşandı. 10 Temmuz 1921’de başlayan Kütahya-Eskişehir savaşlarında Yunan birlikleri karşısında ağır kayıplar verdik. Ordumuz Sakarya’nın doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal Paşa tehlikeyi son anda önledi. Eğer kuşatmayı başarsalardı ordumuz tamamen imha edilecekti. Karargâh Polatlı’ya nakledildi. Durum ciddiydi. Meclis’te başkentin Kayseri’ye taşınması tartışıldı.

Yunan tarafında ise coşkulu bir sevinç vardı: “Türk birliklerinin geriye kalanlarının da tamamen dağılması çok sürmeyecektir.” diye beyanatlar veren Yunan devlet adamları bitirici darbeyi indirmeye hazırlanıyordu.

Ali Fuat Paşa anılarında durumun ne kadar vahim olduğunu açıkça anlatır. TBMM’de tam bir hüsran yaşanmaktaydı. Fevzi Paşa Ankara’daki Ziraat mektebinde bulunan dairesinde, kafasını iki elinin arasına almış karamsar bir dalgınlık içindeydi. Üstü haritalarla dolu masasından başını kaldırarak şöyle der:

“İsmet, eline verdigim gül gibi kuvvetleri mahv-u perişan etti!”

Fakat birileri İsmet Paşa’nın yıldızını parlatmaya çoktan karar vermişti. Bütün sır yasak soruda gizlidir: Yunan ordusu zafere bu kadar yaklaşmışken, millî mücadelenin en büyük düşmanı İngilizler neden küçük bir yardımla Ankara Hükûmetine son vermedi?

Yunanlar bugün bile kızgın ve kırgındır İngilizlere; Megalo Idea (büyük ülkü) hiç olmadığı kadar yakınken, Konstantinopl hayallerinin gerçekleşmesine bir adım kalmışken İngilizler neden fikir değiştirdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder