21-ATATÜRK ve İSLAM

Gazi’nin belki de en önemli yeteneği kimin ne olduğunu hemen anlamasıydı. Özellikle de casusları anında tanırdı. Bu konuda onu yanıltabilecek birinin çıkması mümkün değildi demek abartı sayılmaz. Son derece karışık bir ortamda hassas dengeleri büyük bir maharetle idare etti.

O’nun bu ustalığı karşısında çaresizdiler. Mustafa Kemal’i halka dinsiz olarak göstermeye çalışanlar ellerindeki tek kozu oynadılar: “Atatürk hilafeti kaldırana kadar Müslümanmış gibi davrandı!”

Örneğin 1923’te Balıkesir hutbesinde söyledikleri:

“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’an-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara manevî mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz, akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilahî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.”126


Atatürk’ü gizli bir Yahudi, deist veya ateist olarak tanıtanlara göre bu sözler sadece bir taktik gereği söylenmişti. Güya Mustafa Kemal asıl amacı olan İslam’ı yok etmek için iktidarı ele geçirene kadar böyle konuşmak zorundaydı.

Aslında bu söylemle kendi iç dünyalarını yansıttıklarının farkında değiller. İnsan kendisi nasılsa çevresini de öyle görür. Yalanı karakter haline dönüştürmüş biri herkesi yalancı zanneder, kimseye güvenmez!

Hayat boyu aile içinde Yahudi inancına göre yaşayan ama dışarıya karşı Müslüman rolü yapan birinin Atatürk’ü de öyle algılaması normaldir. Veya bir dinsizin çevre baskısıyla Müslüman görünmek zorunda kalması, Atatürk’ü de kendisi gibi bir ateist olarak algılamasına neden olabilir.

Atatürk iktidarı ele geçirdikten sonra İslam düşmanı olmuş mu olmamış mı, şimdi ona bakalım. Vefatından 15 gün önce dünya Müslümanlarına Dışişleri Bakanlığı kanalıyla son mesajını duyurdu;


"Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyetin hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Nedim Sabai, Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yay., 1979, s.102)
 
Tarihçi Sinan Meydan bu konuda kapsamlı bir araştırma yaptı. Daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler ‘Atatürk ile Allah arasında’ kitabına müracaat edebilir.

“Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılan yüzlerce camiyi onartmış ve yeniden yaptırmıştır. Hatta Eskişehir Mihalıçık camisini cebinden 5000 lira verip yeniden yaptırmıştır. Ayrıca Atatürk’ün yurt dışında Paris ve Tokyo camilerinin yapımına katkıda bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır.

Tarihe çok meraklı olan Atatürk en çok Hz. Muhammed’den etkilenmiştir. Onun savaşlarını bütün detaylarıyla öğrenmiş, liselerde okutulan tarih kitaplarında İslam tarihi bölümünün yazımına bizzat katkıda bulunarak bu kitaplarda Hz. Muhammed’in savaşlarını anlatan haritaları bizzat kendisi çizmiştir. Tarih çalışmaları sırasında Hz. Muhammed’i eleştirmeye kalkanları ‘Hz. Muhammed’in kıymetinden habersiz cahil serseriler bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar.’ diye azarlamıştır. Hz. Muhammed’den ‘Benim senin adın silinir ama o ölümsüzdür’ demiştir.”


21 Şubat 1925 tarihinde Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında Hadis-i Şerif tercümeleri ve Kur’an tefsirinin devlet bütçesinden yapılması için talimat verdi. Kur’an-ı Kerim meâlinin Mehmet Akif Ersoy, tefsirin Elmalılı Hamdi Yazır, hadis tercümelerinin de Kamil Miras tarafından yapılması kararlaştırıldı. Sahih-i Buhari tercümesi 1928 yılında yayımlandı. Mehmet Akif Ersoy görevi bırakıp aldığı avansı iade edince Elmalılı Hamdi Yazır hem meâl hem tefsir yazdı.

‘Gazi Kız Numune Mektebine dikkatle okunmak için hediye ediyorum.’ İmza - Gazi Mustafa Kemal (1925’te hediye ettiği Kur’an-ı Kerim)


1925 yılında Atatürk tarafından açılan ‘Altındağ Atatürk İlköğretim Okulu’na hediye ettiği Kur’an-ı Kerim. İlk sayfasında Atatürk’ün imzası bulunan bu Kur’an-ı Kerim daha sonra çalındı.


Cemil Sait Bey’in Kur’an-ı Kerim tercümesini 1932’de özel hafızı olarak bilinen Yaşar Okur’a hediye etti. Hafız Yaşar Okur uzun yıllar Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti başkanlığı yaptı, Atatürk ile geçen 15 yılını kitap haline getirdi. Öğrencisi Dr. İrfan Doğrusöz hocasından şöyle nakleder:

“İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk’ü ziyarete gelir (1934). Atatürk’ün verdiği bir ziyafette rahmetli Yaşar Okur hoca tanıtılır.

‘Şimdi benim hafızım size bir şeyler okuyacak’ der.

Hoca şöyle anlatır: ‘Önce Kur’an-ı Kerimden bir sure okudum, sonra da Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden bir bahir, en sonda Beyatı Ayının bir kısmını. O gece Şah Hazretlerinin iltifatına nail olmuştum.’

‘Atatürk zaman zaman bana Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif’in Veladet Bahri’ni bilhassa rast makamında okuturdu. Yasin suresini dinlemeyi sever, bazen de sesi güzel olan manevi kızı Nebile Hanım’a aynı sureyi okutur, dinlerken çok mütehassıs olduğu görülürdü.’

Yine merhum Hafız Yaşar’ın anlattığına göre Atatürk zaman zaman İstanbul’dan cami hocalarını, hafızları davet eder, onlarla dini sohbetlerde bulunur, bazen de Kur’an-ı Kerim’den bir sureyi yazdırıp okumalarını isterdi. Sonra âyetlerin Türkçe açıklamalarını ister, eğer açıklamalarda bir eksiklik, yanlışlık olursa çok üzülürdü.”


25 Aralık 1930’da Selimiye Camii ziyareti sırasında giriş kapısının üstündeki kitabede yazan âyeti okumuş ve caminin imamı Ahmet Efendi’ye bu âyetin anlamını sormuştur. Sonra sohbete caminin içinde devam ederek şöyle demiştir:

“Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur. Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dâhi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.”



Daha sonra kubbede yazan âyeti okuyan Atatürk müftüye dönerek “Hocam, bu âyet Tövbe Suresi’nin 18. âyeti değil mi?” diye sormuştur.

Bu nokta önemlidir! Atatürk sadece Kur’an-ı Kerim’i Arapça aslından okuyup anlamakla kalmıyor, her bir âyeti tek tek biliyordu. 1927’de görüştüğü ABD Büyükelçisine Kur’an-ı Kerim’i sekiz yaşında ezberlediğini söylemiştir.128

İnkılaplar olanca hızıyla devam ederken Atatürk ziyaret ettiği kurumlara pek çok defa Kur’an-ı Kerim hediye etti, camileri ziyaret emekle kalmadı, mevlit ve Kur’an okuttu. Onun gizli bir Yahudi olduğunu iddia edenler bu duruma bir açıklama getiremedikleri için sahte belgeler üretmek zorunda kaldı. Bu arada Atatürk’ün İslam’a olan bağlılığını gösteren kanıtları da yok etmekten geri durmadılar.

Prof. Nevzat Yalçıntaş şahit olduğu olayı şöyle anlatmaktadır. Turgut Özal 1981’de Atatürk’ün doğumunun 100. yılı münasebetiyle gerçekleştirilecek olan törenleri organize etme görevini Dışişleri Bakanlığı’ndan Nevzat Yalçıntaş’a verir. O da, Bakanlık arşivinde 1920’den Atatürk’ün vefatına kadar geçen zaman içindeki bütün gizli yazışmaları ve Atatürk’ün emirlerini araştırması için Hüsnü Kuran adındaki bir dışişleri memurunu görevlendirir. Yalçıntaş’ın anlattığına göre bir gün Hüsnü Kuran gelir ve gizli arşivde çok önemli bir belge bulduğunu söyler. 1931 tarihli belge Arap harfleriyle yazılmıştır, ekinde de Fransızca tercümesi vardır. Belge bir telgraf metnidir. Henüz yeni kurulan Suudi Devletinin kralına gönderilmiştir. Telgrafta;

“Hazreti Muhammed’in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu üzerinize gönderirim.” anlamına gelen cümleler vardı.

Sonrasını tahmin edersiniz. Belgenin kopyasının dahi alınmaması sıkı sıkıya tenbih edildikten sonra tekrar arşivin derinliklerinde kaybedildi. Hulki Cevizoğlu’nun Nevzat Yalçıntaş’a yönelttiği şu soru her şeyi açıklamaktadır:

“Bu olay sizin tanıklığınızda 1981’de yaşanmış. 1980’de ‘Atatürkçüyüm’ diyen Kenan Evren bir darbe yapmış. Askeri Konsey iş başında. Bülent Ulusu Başbakan ve Turgut Özal ihtilal hükûmetinin başbakan yardımcısı... Acaba o dönemde askerler ‘Atatürkçüyüz, bunu açıklarsak dincilerin eline bir koz vermiş oluruz’ diye ortaya çıkarmamış olabilir mi?”


Cevap sorunun içinde!

Sahte Atatürkçüler, gerçeğini değil, kendi yarattıkları sahte Atatürk’ü sevdiler. Gazi’nin İslami inancını gösterir belgeler, resimler, tespihler özenle gizlendi.


“Tespih, Atatürk’ün bütün ömrü boyunca en önemli aksesuarlarından, en çok sevdiği özel eşyalarından biri olmuştur. Çok güçlü bir İslami çağrışımı olan tespih Atatürk’ün elinde birçok fotoğrafına da yansımıştır. Ancak hem din karşıtı Atatürkçüleri, hem de Atatürk karşıtı dincileri fazlaca rahatsız eden Atatürk’ün tespihleri kanımca ortak bir sansüre kurban gitmiştir. Atatürk’ün çok bilinen bazı fotoğraflarında elinde görülen tespihler bilinçli olarak silinmiştir. Atatürk’ün tespihini sansürleyenleri anladığımızda Türkiye’yi de anlamış olacağız, inanın!”129

Sinan Meydan çok haklıdır; okuyucular bu sansürü kimin koyduğunu artık iyi anlıyordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder