31-GELENEĞİN YOLU

Gelenek (Tradisyon) vahyin temeli olan ‘Birlik Gerçeği’nin değişmez prensibidir. Modern insanın anlayışı Geleneğin sırlarını idrak edemez. Çünkü bütün eğitim hayatı boyunca hep yargılama ve kendi fikrini empoze etme davranışıyla programlanmıştır. Yanlış veya eksik olduğunu kabullenip bir başkasından yeni bilgi öğrenmek bir yana, kendi bildiklerini çevresine dayatma ve herkesi kendi inançlarına göre düşünmeye zorlama eğilimindedir.

Modern toplum sadece bilgisi üst merci tarafından tescil edilmiş kişileri dinler. Örneğin ‘profesör’ unvanlı biri karşısında sahte tevazu sergiler. Sahte diyoruz, çünkü bu gerçek bir tevazu değildir. Modernizm, kaliteye değil, etikete saygı duyar. Aynı bilgi akademik unvanı olmayan biri tarafından dile getirildiğinde itiraz eden bir şahıs, profesörden duyduğu önemsiz bir bilgiye çok daha fazla değer verir.

‘Modernizm’ ve ‘Gelenek’ sözcüklerini bilinenden daha farklı anlamda kullandığımızı fark etmişsinizdir. İletişim çağında kelimelerin yetersiz kaldığı durumlarla sık sık karşılaşıyoruz. Yeni bir sözcük icat etmek her zaman mümkün olmuyor. Bu durumda mevcut kelimelerden en yakın birini seçip, biraz farklı anlam yüklemek zorunda kalıyoruz. Böyle bir durumda, toplumun zihnindeki ile bizim kastettiğimiz anlamın aynı olduğundan emin olmadan iletişim kuramayız.

Gelenek ilk defa René Guénon (Röne Genon) tarafından tanımlansa da, ilk Peygamber ile başlamıştır. Dolaysıyla insanlık tarihi kadar eskidir. Bir olan Yaratıcı’dan kaynaklanan bu hakikat her an yenidir, çünkü zaman ötesidir ve bütün yaratılmışların üstünde olan en Yüksek Prensip’e dayanır.

Modernizm de insanlık tarihi kadar eskidir, ancak en acımasız formuyla son birkaç yüzyılda karşımıza çıktı. O, tarihin her döneminde Geleneğe düşman olmuş, insanları şöhrete, servete, dış görünüşe önem vermeye özendirmiştir.

Modernizm ve Gelenek, yalan ve doğru, siyah ve beyaz gibi iki zıt kavramdır. Biri insanın dostuymuş gibi davranır, ama türlü hile ve yalanlarla aldatır. Diğeri vakur ve emindir, kendisine güvenenleri hiçbir zaman yanıltmamış, hayal kırıklığına uğratmamıştır.

İnsan ego’sunun vadettiği sahte mutluluk beş duyu ile algılanan varlıkların peşinden koşmayı, mücadeleyi gerektirir. Benlik, bir iş adamına daha çok para kazandığında mutlu olacağını söyler. Bir akademisyen mutluluğun profesörlük unvanıyla geleceğini zanneder. Asker için mutluluk sürekli bir üst rütbeye çıkmaktır. Mutlu olma arzusu bütün insanların hayatını yönlendiren ‘içgüdü’dür. Ego, mutluluğun üç şeye sahip olmakla elde edileceği hissi verir:
1. Sağlık
2. Başarı (kariyer, para, güç...)
3. Eş

Gösterişli bir beden modernizmin en kutsal tabusudur. Bu nedenle modern toplumda güzellik salonları, fitness, estetik ameliyatlar ve benzeri yöntemler önemli yer tutar. Film kahramanları hep güzel, yakışıklı kişilerden seçilir. Âdeta beyinlere bir kahramanın en önemli özelliği bedensel üstünlük olarak işlenir.

Modernist anlayışa göre, daha güzel bir vücuda sahip olmalısınız ki daha iyi bir eş elde edebilesiniz. Servet, şöhret ve güç sahibi olursanız karşı cinsin rakipleriniz arasından sizi tercih etme ihtimali o kadar yükselir. Benlik, daima başkalarından üstün bir sosyal konum elde edince mutlu olacağını söyler. Bu nedenle daha çok para, daha güzel ev, daha yüksek mevki peşinden koşturur bütün bir yaşam boyunca!

Bu üç arzunun tatmini için çabalamaktan başka bir şey değildir modern insanın sefil hayatı... Modernizm rekabet ve bencillik üzerine kuruludur. Gelenek ise dayanışma ve yardımlaşmayı esas alır. Bireysel çıkarlar değil toplumun menfaati, bütün varlığın uyumu önemlidir. Geleneksel eğitim insana doğanın bir parçası olmayı öğretir.

Gelenek dışa değil, içe ve öze odaklanır. Önemli olan nasıl göründüğünüz değil, erdem ve insani değerlerdir. Dolaysıyla güzellik yarışmaları ve benzeri israf ekonomisinin Geleneksel toplumda yeri yoktur.

Kim bilir, belki bir gün sinemada sıradan insanların da baş rol oyuncusu olduğunu göreceğiz. Bakımlı saçlarıyla izleyiciyi kıskandıran atletik tiplerin yerine, belki bir gün engelli insanlar da film kahramanı olacak…

Modern toplumda sporcu rakibinden daha hızlı koşarsa, karşı takımı yenerse, sanatçının albümü daha çok satarsa, bilim adamı Nobel ödülü alırsa başarılı olarak görülür. Gelenek açısından ise tek başarı insanın sahip olduğu ahlaki meziyetlerdir. Daha çok kazanmak, daha şöhretli olmak, bir başkasını alt etmek başarı değil, tam aksine bencilliğin kuyusuna düşüştür!

Geleneksel toplumda sanat ve spor yarışma değil estetiktir, eğlencedir. Modernizmde birinin başarısı diğerinin başarısızlığına bağlıdır. Her ne kadar yarışmadan önce birbirine başarı dileseler de, bu sahtedir. Çünkü her bencil birey kendi egosunu yüceltmek için rakibinin başarısız olması gerektiğinin farkındadır.

Geleneksel sporcu için önemli olan rakibini yenmek değil, sporu en güzel şekilde icra ederek, hem oyunculara hem de izleyenlere sporu sevdirmektir. Sonuç ne olursa olsun, gerçek kazanan, yetenekleri ve ahlaki yönüyle örnek alınandır.

Köle, özgür iradesi olmayandır. Diğer bir deyişle efendisinin iradesine tabi olandır. Modern insan özgür müdür, yoksa köle mi? Kendisine sorarsanız cevap vermeye bile gerek duymaz. Özgür olduğuna o kadar inandırılmıştır ki, teknolojinin kölesi olduğunun farkında bile değildir. Kalın zincirlerle ayaklarından alış-veriş merkezlerine, plazalara, televizyona, telefona bağlıdır. Ama yine de, isterse sanki bütün bunları bırakıp, hep özlemini duyduğu doğada yaşam arzusunu gerçekleştirebileceğini zanneder. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısının istediği zaman bırakabileceğini zannetmesi gibi!

Modernizmin köleliği "ego bilimi" üzerine kuruludur. Hür iradenizle tercih ediyormuşsunuz hissi verir. Eski çağlarda pek çok şey gibi kölelik sistemi de dürüst idi. Köle, köle olduğunu bilir, bu durumdan kurtulmak için bir yol arardı. Modernizmin köleleri için küçük bile olsa umut görünmüyor, çünkü onlar kendilerini özgür zannediyor. Modernizm, sunduğu sahte özgürlük ve teknolojik icatlarla görünüşte hayatı kolaylaştırır, ilahî düzeni yıkınca hür ve mutlu olacağı hissiyle insanı aldatır...

Gelenek teknolojiye değil, insanın teknoloji bağımlısı olmasına karşıdır. Tıpkı bütün bağımlılıklara karşı olduğu gibi. İnsanı insan yapan hür iradedir. Bu iradeyi kısıtlayan her şey Geleneğe aykırıdır.

Gelenek, bir anlamda kâinatla uyumlu yaşama sanatıdır. Doğayı olduğu gibi kabul etmektir. Modernizm ise, bilim adı altında geliştirdiği kimyasal bileşimler, biyolojik silahlar, hormonlar ve daha pek çok muzır icatla övünür, ama gerçekte yaptığı sadece doğayı tahriptir. Gelenek, insan hayatını kolaylaştıracak yeni bir bilimsel icada tabiatın düzenini bozmama şartıyla izin verir. Çünkü her canlının hayat hakkına saygı duyar ve bu hukuku bireysel çıkarın üstünde tutar.

Modern birey yakınlarına sevgisini göstermek için çiçek verir. Ama ona sahip olmak için önce koparması gerekir; veya koparan birisinden satın alır. Doğada yaşayan bitkinin kendisine ait olmadığını düşünür. Benlik hissi ‘sahip olma’ kaygısından kaynaklandığı için o canlının hayatına son vererek ellerine alır. Böylece artık çiçeğin sahibi olduğunu düşünür, dolaysıyla geleceğine karar verme hakkının da kendisine ait olduğunu zanneder. Modernizmin sevgisi sahtedir, çünkü amacı sadece çiçeğin kaderine değil, herkese hükmetmektir.

Geleneksel insan sevgi gösterisinde bulunmak için böyle bencil bir duruma asla düşmez. O bilir ki, her canlı gibi çiçeğin de yaşam hakkı vardır, bu kutsal değeri kimse sahiplenemez, bir başkasına hediye edemez. Geleneğin insanları çiçeği toprağından ayırmadan da sevdiklerine armağan edebilir. Her canlı memnuniyetle yaşamını ona ve sevdiklerine adar. O, sarı çiçekle konuşur, yunusun dilini anlar, kuşların lisanını bilir… Bütün varlığın bir ve bütün olduğunun farkındadır. Denizde, karada, havada her ne varsa kendi hür iradesiyle ona tabidir.

Geleneğin dünyasında modern egoizmin tipik ürünü olan ‘hayvanat bahçesi’ yoktur. Eğlence için bir başka canlının hürriyetini kısıtlama hakkı olmadığını bilen Geleneksel toplum, özellikle hakkını savunamayan güçsüzlerin koruyucusudur.

Modern hukuk ise adaletsizlik üzerine kuruludur. Bir tarafta haklı-haksız ayrımı yapmadan müvekkilini savunan avukat, onun karşısında ise haksız yere mahkûm etme kaygısı taşımadan suçlayan savcının başarı kriteri adalet değil, yargıcı ikna etme çabasıdır. Özünde adil olamayanların mahkemesinden nasıl adalet beklenebilir?!

Geleneğin hukuk sisteminde insanları avukata mahkûm eden karmaşık ‘usul’ prosedürleri yoktur. Kurallar net ve herkesin anlayacağı şekilde sadedir. Okuma-yazma bilmeyen biri, fakir bir köylü veya kimsesiz bir yaşlı bile kolaylıkla hâkime ulaşabilir ve hakkını alabilir. Yargıç, yazılı kuralları uygulamakla değil, adaleti sağlamakla yükümlüdür. Onun verdiği kararın temyizi halkın kanaatidir. Toplum vicdanında kabul görmeyen bir karar –her ne kadar usule ve kanuna uygun olsa da– hukuka aykırıdır, çünkü ‘Hak’ yerini bulmamıştır.

Modernizm kadını erkekle eşit yapar, birbirine rakip haline getirir. Eşit haklar ve görevler vererek adaleti sağladığı yalanıyla aldatır. Gelenek her konuda olduğu gibi, bu hususta da doğal düzeni esas alır. Kadın ve erkeği birbirini tamamlayan, rakip değil destek olan bireyler olarak görür. Haklarını ve görevlerini güçlü ve zayıf yanlarını dikkate alarak belirler.

Geleneksel toplumun temeli ailedir. Modernizm ise aile kavramını yok edecek her türlü ahlaksızlığı teşvik eder.

Bir beldede yaşayan insanların yakın iletişim ve dayanışma içinde olmaları Geleneğin gereğidir. Toplumu oluşturan fertler yaş, bilgi, erdem gibi faziletlerin temel saygı unsuru olduğunu bilir, çocuklarını ona göre eğitir. Geleneksel hayat tarzında büyüklere, öğretmenlere, ustalara saygı esastır.

Modernizm toplumu değil bireyi ön plana çıkarır. Herkese istediği gibi yaşam hakkı, bir çeşit sahte özgürlük sunarak gençleri başıboş, kuralsız, saygısız yaşamaya özendirir. Modern toplumda her yer kalabalık, ama herkes yalnızdır.

Gelenek bütün insanları ‘bir’ ve ‘kardeş’ olarak görür. Kimse içinde doğmuş olduğu toplumdan dolayı üstün veya aşağı değildir. Herkes ailesini, halkını sevmeli ve en iyi şekilde temsil etmelidir ki, kendi milletinin dürüst, yardım sever ve güzel ahlaklı olduğunu diğer toplumlara örnek bir yaşantıyla göstersin. Geleneğin milliyetçilik anlayışı, insani meziyetlerde yarışma ve diğer uluslara örnek olmaktan ibarettir. Halkını sevmek ve kalkınmasını sağlamak gayretiyle sınırlıdır.

Modernizmin icadı olan milliyetçilik ise etnik grupların çatışmasını teşvik eder. İnsan egosunu tahrik etmenin en kolay yolu, içinde bulunduğu toplumu yücelterek başka ulusları aşağılamaktır. Kimse ailesini kendi seçmediğine göre, ait olduğu etnik grubun meziyetlerini abartarak övünmek, başarısız insanlar için en kolay tatmin aracıdır.

Takdir edilme ve beğenilme insan egosu için önemli bir ihtiyaçtır. Bedensel sağlıktan hemen sonra gelen bu gereksinim gerçek bir başarı ile tatmin edilmezse birey saldırganlaşır. Tuttuğu takım, parti, mezhep veya etnik kimlik vasıtasıyla bu ihtiyacı gidermek zorunda hisseder. Övünme araçları ise, elde etmek için herhangi bir gayret veya yetenek gerektirmeyen etiketlerdir.

Dünyanın hemen her ülkesinde etnik milliyetçiler ve radikal mezhepçiler zekâ seviyesi en düşük olanlardır. İnsanoğlunu birbirine kırdırmaktan başka amacı olmayan modernistler için kullanılmaya en müsait kesimdir. Yalanın babası iblis insanın en zayıf noktasını bilmekle kalmaz, çok iyi de kullanır. Modernizm az ya da çok herkesi zehirlemiştir.

Geleneksel prensipler siyasi bir parti ile uygulanamaz. Çünkü ‘parti’ modernizmin ürünüdür. Geleneği yok etmek amacıyla icat edilmiş, mutlak gerçeğin zıddı olan araçlar Geleneği temsil edemez. Modernizmin tabusu olan ‘demokrasi’ çok partili rejim üzerine kuruludur. Toplumu bölerek çatıştırmak demokrasi hilesinin temelidir. Modernizme ait arızalı bir yöntemle Geleneğin yüksek değerleri korunamaz.

Bilimde ve doğada demokrasi yoktur. Bir binanın nasıl inşa edileceği konusunda ehil olmayan bin kişiye karşı bir mimarın sözü daha üstündür. Tıp alanında yüz kişinin ne düşündüğü değil, bir doktorun teşhisi önemlidir.

Modern ekonomi, tüketimi kalkınmanın ölçüsü olarak görür, israfı özendirir. Geleneğin ekonomisinde ise başarı ‘en az israf’ ile ölçülür. Çünkü doğal kaynaklar sadece insana değil, bütün canlılara aittir. Her sezon modaya uygun giyinme zorunluluğuna mahkûm edilmiş modern insan, bencil zevkleri uğruna bütün bir doğayı katleder. Geleneksel kıyafet modası veya defilesi olamaz. Gelenek açısından giyim, örtünme ve ısınma aracıdır. Bunu da her toplumun yaşadığı coğrafyanın iklim şartları ve ahlaki değerleri belirler. Peygamberler bulundukları toplumda yeni bir giyim tarzı geliştirmemiş, mevcut giyim şekline uymuşlardır.

Benlik ilmini en acımasız şekilde kullanan iblis, insana kendi geleceğini yok ettiriyor. Sırf toplum tarafından onaylanmak, modaya uygun yaşamak uğruna gelecek nesillerin yaşam hakkını gasp ediyor.

Modernizm her alanda olduğu gibi, eğitimde de sahtelerin değerini yüceltmiş, öze değil, dış görünüşe önem vermiştir. Gelenek ise, özü ve gerçeği esas alır. Bilgiyi değerli kılan kimin dilinden çıktığı değil, ifade ettiği anlamdır. Bu yüzden Geleneğin sırları binlerce yıl boyunca hep küçük bir zümre tarafından korundu. Eski çağlarda da toplumun çoğunluğu ‘modern’ anlayışın esiri olarak yaşadı. Öze değil, servete, makama itibar ettiler.

Modernizm, zengin iş adamının tavsiyelerine, akademisyenin bilgisine, şöhretli sanatçının görüşlerine, makam sahibi devlet adamının yorumlarına değer verir. Dolaysıyla halk onlara benzemeye özendirilir. Çocuk yaşlardan itibaren benlik kıskacına alınan insan, zihnine nasıl şeytani bir motifin işlendiğinden habersizdir.

Oysa en yüksek hakikati halka bildiren, sözü mutlak doğru ve tartışılmaz olan Peygamberler bu unvanların hepsinden uzak, sıradan insanlardı. Hatta çoğu zaman sıradanlığın da altında, toplumun değer vermediği işleri yapan kişilerdi. Böyle bir insanı dinlemek, onun üstatlığını kabul etmek bir yana, ona yakın olmak bile modern toplumca arzulanan bir durum değildir. Ancak Gelenek böyle olmasını gerektirir, çünkü İlahî mesaja dünyevi çıkar kaygısı olmayan, sadece ve sadece Hakk’ın yüksek hatırına saygı duyanlar yaklaşmalıdır.

Gelenek yolunda aranılan en önemli vasıf "doğruluk"tur. Doğruluk, sadakattir!

Geleneğin insanı sadece Hakk’ın yanındadır. Dürüst olan kişi hangi millet, din veya mezhepten olursa olsun ayrım yapmadan destekler. Haksız kişi en yakını bile olsa onun karşısındadır. Bu yüzden Geleneksel insan hiçbir parti, takım veya cemiyetin taraftarı değildir. Toplumu gruplara ayırıp etiketlemek modernistlerin tipik çatışma yöntemidir. Sosyalizm, liberalizm, kapitalizm...

Gelenek bütün bu sınıflandırmanın dışındadır. Dolaysıyla –René Guénon’un ifade ettiği gibi– tradisyonel-ist etiketini reddediyoruz. Biz Gelenek-çi değil, Gelenekseliz! Geleneğin insanı bir ideolojinin savunucusu olmadığı gibi, herhangi bir grubun da üyesi değildir. Modernizmin ürünü olan ideolojik grup veya siyasi oluşumların taraftarları ‘Geleneksel’ olamaz.

Devrinin modernizmini temsil eden Romalılar kaba kuvveti yüceltirdi. Onlara göre ideal insan, en güçlü olan ve düşmanlarını alt edendi. Gladyatörler, toplumun görmek istediği, hayatta kalmak için öldüren acımasız insan profilini temsil ederdi.

Bugün de değişen fazla bir şey yoktur. Eskilerin kan ve katliam tutkusunu günümüzde beyaz perde gençlere aynen aktarıyor. İki bin yıl önce arenada vahşeti bütün çıplaklığıyla gören bir çocuk gelecekte nasıl biri olacağını hayal ediyorduysa, bugünün sinema ve televizyonu da gençlere aynı şeytani hevesi aşılamaktadır.

Modernizm bireyselliği ön plana çıkarır. Bütün ödüller hep insan egosunu coşturmak için icat edilmiştir. Gelenek insanları ise toplumun faydasına bir eser ortaya koyduklarında en çok isimlerinin duyulmasından rahatsız olurlar. Zira bilirler ki, kalabalıkların alkışı aslında damarlarına enjekte edilen bir zehirdir. Yılanın zehri başta tatlı gelir, sonra insanı esir eder.

Hayatın amacı alkışlanmak, hükmetmek ve egosunu yüceltmekten ibaret bir kısır döngüye dönüştüğünde insan, yılanın zehirli çemberi içine hapsolmuş demektir. Benliğe kudret ve yücelme vadeden, ama gerçekte en sefil duruma düşüren o çemberi kırmak, o sahte kudret yüzüğünü imha etmek en zor iştir. Hatta imkânsızdır, insan kuvvetinin ötesindedir. Çünkü nefsin aslı hararettir, ateşte dövülmüştür ve tekrar ait olduğu cehenneme dönecektir.

“Cehennem bu nefs’tir; cehennem bir ejderhadır ki harareti denizlerle eksilmez.” (Mesnevi, c.1/ 1375)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder