28-KOMPLO TEORİSİ

Dini ve mistik inançlarla hayatın gerçekleri açıklanamaz diyenler olabilir. Efsaneler, gizli tarikatlar, semboller, ezoterik kardeşlik örgütleri...

Bütün bunlar gerçek üstü kavramlar gibi görünebilir. Ancak biliyoruz ki, günümüzde pek çok idari sistem inanç temeline dayanmakta, yöneticiler de inancın gereğini yerine getirmektedir. “Paranoya olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez.” sözü pek doğrudur.

Bazılarının hayat felsefesini dini referanslar yerine bilimsel gerçeklere dayandırma çabası, küresel finansı elinde tutanların da aynı yaşam tarzını benimsediği anlamına gelmiyor. Bir ateist –kendisi inanmasa bile– çevresinde olup bitenleri doğru yorumlamak için dini ve ezoterik yapılanmaları bilmek zorundadır. Çünkü insanların yaptıklarıyla inançları doğrudan ilişkilidir. Öyleyse mistik oluşumları incelemek bilimsel düşünce yönteminin gereğidir.

Son zamanlarda komplo teorilerinin ucu kaçmış, her kalemi eline alan akıllara ziyan teorilerle zihinleri bulandırırken, bazılarının ‘bunların tamamı saçmalık’ diyerek hepsini birden reddetmesi doğaldır.

Düzenli takip ettiğiniz bir medyanın ‘usta’ bir gazetecisi, genel bir girişten sonra komplo teorilerini şöyle özetlerse;

- Ay’a gidilmedi.
- Titanik batmadı, Portekizli korsanlar tarafından kaçırıldı.
- Yahudiler dünyayı ele geçirmek için plan yapıyor.
- Elvis Presley ölmedi, Güney Amerika’da insanlardan uzak bir ormanda yaşıyor.
- Amerika Merkez Bankasını (FED) masonlar kurdu.
vs...

Bu haberi okuyan sıradan bir okuyucunun vereceği ilk tepki ‘hepsi saçmalık’ olacaktır. Bu da haberi yapanın amacına ulaşmasıdır. Beyin manipülasyonu eğitiminden geçmeyen sıradan bir vatandaş profesyoneller karşısında her zaman savunmasızdır.

Herkes ‘beyin kontrolü’ dendiğinde bunu zorla inandırmak veya istemediği bir şeyi yaptırmak şeklinde algılar. Oysa tam tersine ‘beyin kontrolü’ isteyerek öyle düşünmenizi sağlama becerisidir. Medya kimseyi bir konuya inandırmak için zorlamaz. Neye inanmanızı istiyorsa, beyniniz kendiliğinden o sonuca ulaşacağı şekilde takdim eder.

Mesela yukarıdaki haberi okuyanların %90’dan fazlası, komplo teorilerinin gerçek dışı masallar, böyle şeylere inanların da arızalı paranoyaklar olduğu sonucuna varacaktır. Çünkü yazar özellikle Elvis Presley ve Titanik saçmalığını araya sıkıştırmıştır.

Geriye kalan %10 azınlık daha dikkatli okuyuculardır. Bunlar her ne kadar özel bir eğitimden geçmemiş olsalar da, bir bölümünün doğru olabileceğine ihtimal verirler. Yani herkesi birden manipüle etmek kolay değildir. Ama medyanın uzmanları işi şansa bırakamaz. Hemen her kesimi yönlendirecek psikolojik teknikler vardır.

Örneğin, Ay taşlarının çalınması haberi…

NASA’nın güvenli kasalarında özenle korunan Ay taşlarından pek çoğu çalındı. Eski NASA çalışanı Joseph Gutheinz 1998’de USA Today gazetesine ‘Ay taşları aranıyor’ diye bir ilan vermişti. Pek çok ülkeye bilimsel inceleme amacıyla gönderilmiş, veya kaybolmuş taşları bulmak için başlattığı bu operasyon Gutheinz’ın ‘Ay taşı avcısı’ olarak şöhret kazanmasına sebep oldu.

“NASA Temmuz 2002’de tarihinin en büyük hırsızlık olayını yaşadı. Thad Roberts, Johnson Uzay Merkezinden, pek çok kişi tarafından paha biçilemez olarak görülen Apollo ay taşlarından 101 gram çalarak, milyonlarca dolar karşılığında kara borsada satmaya çalıştı.”22

Bunda garip olan nedir ki, diyebilirsiniz. Sonuçta sıradan gazete haberi, her gün duyduğumuz türden ‘hırsız çaldı, polis kovaladı’ haberi okuduğunuzu sanıyorsanız karar vermekte acele etmeyin.

Thad Roberts, Utah Üniversitesi’nde jeofizik okudu. NASA’ya ait Johnson Uzay Üssü’nün prestijli eğitim programına seçilen dâhilerden biriydi. Üstün zekâsından bahsetmeye gerek bile yok. 31 Kuzey binasına atandı. NASA’nın yüksek güvenlikli depolarında 4’te 3 havadan izole edilmiş ve nitrojen ile doldurulmuş özel kabinlerde saklanan Ay taşlarına erişim olanağı elde etti. Bunlar dünyanın en nadir ve en değerli taşlarıdır. NASA’ya göre paha biçilemez ulusal servettir. Hikâyenin geri kalanı malum, genç dâhi çaldığı taşları internet üzerinden temas kurduğu koleksiyonculara satmaya çalışırken yakalandı. O ve arkadaşları hapse girdi taşlar ise ait oldukları NASA’nın güvenli kasalarına iade edildi.

Peki, bu hikâyede eksik bir şey yok mu? Bu taşları satın alacak kişiye gerçekten Ay taşı olup olmadığı nasıl garanti edilebilirdi? Kendimizi koleksiyoncu yerine koyalım; NASA görevlisinin satmaya çalıştığı taşların gerçekten Ay’dan getirilmiş olduğuna nasıl emin olurdunuz?

Koleksiyoncu dediğimiz insanlar herhalde çok saf olmasa gerek. Değerli bir tablo, elmas, veya tarihi bir eserin sahte olup olmadığını güvenilir bir uzmana teyit ettirebilir, ondan sonra satın alır. Ay taşının orijinal olup olmadığını onaylayacak tek kurum bildiğimiz kadarıyla NASA’dır. Koleksiyoncu NASA’ya gidip ‘Bunları kontrol eder misiniz, gerçek ise satın alacağım’ diye sorabilir mi? Üstelik taşların çalındığı haberleri ayyuka çıkmış, FBI her yerde hırsızları ararken…

Acaba nasıl oldu da NASA’nın 180 IQ’lü, süper zekâlı bilim adamları bu basit detayı gözden kaçırdı? Ay taşlarını herhalde NASA kimliği göstererek satmayı düşünmediler. Bir NASA görevlisi de pekâlâ sıradan bir taşı veya ucuz bir meteor parçasını Ay taşı diye satabilir. Üstelik bu görevli bir de hırsız ise müşterinin onun beyanına güvenerek 101 gram taşa yüzlerce milyon dolar ödemesi beklenebilir mi?

İşin aslı, haberi yapanlar kimsenin bu detaya kafa yormayacağını zaten bildikleri için tutarsızlıkları pek de önemsemediler. Küresel medyanın organize şekilde peryodik olarak tekrarladığı bu tür haberler insanları farkına varmadan bir şeye inandırmak içindir: Ay’a gidildiğine!

Acaba Ay taşlarının çalınması haberindeki tutarsızlığı ortaya koyarak, zihin kontrolüne maruz bırakıldığınızı göstermek suretiyle sizi Ay’a gidilmediğine inandırmış olabilir miyiz? Bu kitabın da bir ‘zihin manipülasyon’ aracı olmadığına nasıl emin olabilirsiniz? Bu endişenizi gidermek için anahtar kelimeyi verelim: İnanmak!

Bütün sır bu sözcüktedir; inanmak veya inanmamak aynı şeydir. Ay’a gidildiğine inanmak ile gidilmediğine inanmak bilimsel açıdan birbirine eşittir, ikisinin de değeri yoktur. Çünkü bilimde ‘inanmak’ yoktur, şüphelenmek vardır. Ancak bu paranoid bir şüphecilik değil bilimsel verilere dayalı sorgulamadır.

Ay’a gittiğini iddia edenler delillerini ortaya koyar, gidilmediğini ileri sürenler de eleştirir. Yapılması gereken, taraf tutmak değil, her iki kesimin de kanıtlarını objektif olarak değerlendirmektir. Bilimde %100 yoktur. En kesin konularda bile gerçeklik oranı %99,9... olarak ifade edilir. Her zaman bir hata payı vardır. Zaten o yüzden adı bilimdir.

Dinde ise milyonda bir bile şüphelenmeye izin yoktur. Peygamber kayıtsız şartsız teslimiyet ister. Çünkü onun bildirdiklerini test etme, doğruluğunu ispatladıktan sonra inanma gibi bir seçenek yoktur. Peygamberin doğruluğuna tek delil kendisidir.

Bu yüzden din ile bilim birbirinden net bir çizgiyle ayrılır. Okuyucunun da bu ayrımın bilincinde olması, verilen bilgileri doğru analiz etme açısından önemlidir. Konu Ay’a gidilip gidilmediği ise, bunu bilimsel yöntemlerle ele almak zorundayız, inanç meselesi değildir. Beyin kontrol yöntemlerinin temel prensibi ‘inanç’ yaratmak üzerine kuruludur. Bir defa inanmanızı sağlamayı başarırsa maksat hâsıl olmuş demektir. Genellikle insanlar inançlarını değiştirmez. Bir konuda bir kez bile fikir beyan edip tartışırsa, aksi kanıtları görmez, görmek istemez. Zihin kontrolü, ego’nun manipülasyonu ile yakından ilişkilidir.

Teknik detaya girmeden Ay’a gidiş konusuna dönersek, doğru yaklaşım şöyle olmalıdır: “Şimdiye kadar elde ettiğimiz veriler yüksek oranla NASA’nın açıklamalarının tutarsız olduğu yönündedir.”

İşte bu bilimsel bir yaklaşımdır. Bu oran değişebilir. Özellikle bu tutarsızlıklara medyanın çelişkili haberleri de eklenince büyük bir yalanla karşı karşıya olduğumuz hissi uyandırabilir. Bütün bunların üstüne NASA, Ay’da çekilen görüntülerin orijinal filmlerini kaybettiğini açıklayınca ‘artık bu kadarı da fazla’ diyebilirsiniz.

20 Temmuz 1969’da Apollo 11 astronotlarından Neil Armstrong, Houston merkeze Ay’a indiklerini haber veriyordu. Birkaç dakika sonra Buzz Aldrin kamerayı yerleştirdi. Televizyon karşısında 700 milyondan fazla izleyici görüntüleri nefeslerini tutarak izlerken Neil Armstrong tarihe geçen sözünü söyledi: “Bu, bir insan için küçük ama insanlık için büyük bir adım.”

2006’da Amerikan Uzay ve Havacılık Ajansı (NASA) bu büyük adımın görüntülerini kaybettiğini duyurdu. Filmlerin bir yıldır arandığı ancak bulunamadığı açıklanınca kafalar iyice karıştı. ‘700 kutu bandın tamamı nasıl kaybolur’ sorusuna yetkililerin cevabı şaka gibiydi: Buralarda bir yerdedir!

Kısacası NASA diyor ki; bantlar elimizde ama göstermek istemiyoruz.

NASA arşivinde çalışan Roger Launius şöyle dedi: "Aslında hem manyetik bantların, hem de bunların konulduğu kutuların üzerinde açıklayıcı bilgiler yazılmalıydı. Bence bir yerlerde duruyorlar. Sadece arayıp bulmamız gerekiyor."

Kaybolan kayıtlarla birlikte astronotların sağlık durumları ve uzay aracı ile ilgili bilgiler de uçup gitti. NASA’nın elinde kopyalar var, ancak bu görüntülerin kalitesinin kaybolan orijinallerden daha düşük olduğu belirtiliyor. Tam da komplo teorisyenleri Ay’da çekildiği iddia edilen görüntülerin çelişkilerini ortaya koyarken, NASA’nın orijinal kayıtları kaybettiğini açıklaması pek çok kişi için fazla can sıkıcı olsa da, yine de %100 Ay’a gidilmedi diyemeyiz.

Medya & NASA işbirliğinin bir diğer kanıtı da, son defa Ay’a ne zaman gidildiğinin özenle gizlenmesidir. Hemen herkes ilk defa 1969’da Ay’a ayak basıldığını bilir, ama ‘En son ne zaman gidildi?’ diye sorsanız…

Alışık olmadığı bu soru karşısında toplum önce biraz afallar, sonra televizyonda gördüğü uzay mekiklerini hatırlayarak ‘herhalde son giden mekiklerden biri Ay’a da uğramıştır’ diye düşünür. Bu, tam da medyanın düşünmenizi istediği şeydir. Sürekli gidilip gelindiği algısı yaratmanın en kolay yolu da yoğun şekilde Mars’a yolculuk projelerinin tekrarlanmasıdır. Böylece, Mars planlarıyla meşgul olan NASA’nın Ay’a gittiğine kimsenin şüphesi kalmaz. Eğer son Ay seyahatinin hangi yılda olduğunu hatırlayamadıysanız moralinizi bozmayın, tek değilsiniz, çevrenizdeki hemen hiç kimse bilmiyor.

Konumuz elbette Ay değil, komplo teorilerine nasıl yaklaşmak gerektiğini açıklamak amacıyla örnek bir durum incelemesiydi. Tapınak Şövalyeleri’nin hikâyesi yanında Ay’a gidildi mi, gidilmedi mi tartışması pek hafif kalır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder