4-MİLLİ MÜCADELE

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu’ya gönderilmesi işi büyük bir ustalıkla halledildi. Sultan Vahdettin, Sadrazamı yanına çağırtıp bu görev için Mustafa Kemal Paşa'yı uygun gördüğünü elbette söyleyemezdi. Almanların ve saltanatın çetin bir düşmanı, İngilizlerin güvenebileceği bir komutan bu önemli göreve atanmış imajı yaratıldı.

Resmi tarihçilerin iddia ettiği gibi Mustafa Kemal İstanbul’dan gizlice kaçarak, vatanı İngilizlere satan hain padişaha isyan bayrağı açmış filan değildi. Tam tersine, en başından beri Sultan Vahdettin ile birlikte yaptığı planı uygulamaktaydı. Samsun’a hareket etmeden birkaç hafta önce gerekli hazırlıklara başlandı. 3540 sayılı Takvim-i Vakayi gazetesinde yeni görevi resmen duyuruldu:

"Mülga Yıldırım Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, dokuzuncu ordu kıtâatı müfettişliği’ne tâyin edilmiştir. İşbu irâde-i seniyyenin icrâsına Harbiye Nâzırı memurdur."63

İstanbul işgal altında, İngiliz savaş gemilerinin topları saraya çevrilmişken Vahdettin’e veda etmeye giden Mustafa Kemal Paşa bu son buluşmayı şöyle anlatır:

"Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Padişah’la âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Padişah hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:

‘Paşa, Paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir.’

O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum. ‘Bunları unutun.’ dedi.

‘Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin…"

Bu sözlerin anlamı yeterince açık değil mi? Mustafa Kemal Paşa gerçek görevini bundan daha açık nasıl ifade edebilirdi?!

"Merak buyurmayın efendim. Nokta-i nazar-ı şahanenizi (ne demek istediğinizi) anladım. İrade-i seniyyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım."64

Avni Paşa’nın hatıralarında anlattığına göre aynı gün Padişah’ın huzurunda yemin etmiştir:

"Zat-ı Şâhâne (Sultan) elbise-i askeriyelerini lâbis (askeri elbiselerini giymiş) olduğu halde ayakta bulunuyorlar. Önlerinde masanın üzerinde dahi Kelâm-ı Kadîm (Kur'an-ı Kerim) duruyordu. Sadrazam Paşa, Yaver Paşa, Padişah’ın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa tavr-ı askerîsine dinî bir edâ dahi vererek ilerledi. Ve sağ elini Kelâm-ı Kadîm’in üzerine koyarak şu yemini eyledi:

Bakanlar Kurulu'nca düzenlenip Padişah'ın iradesine sunulan 21 maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda Padişahımızın Anadolu illerindeki bütün mülki ve askeri memurlar üzerinde icrasına görevlendirildiğim denetleme ve soruşturmaları, Halife Hazretlerinin yüksek rızası çerçevesinde iftihar kaynağım ve övüncüm olan tam bir sadakatla elimden geldiği kadar yapacağıma vallahi, billahi."

Kelimeler özenle seçilmiştir. Hem resmi görevine uygun, hem de millî mücadeleyi ima edecek şekilde dikkatle hazırlanmış bir metindir. Görünüşteki vazifesi İngilizlerin emir buyurduğu üzere orduların silahsızlandırılması ve yerel direnişi önlemekti. Ancak farklı bir açıdan bakıldığında Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da direnişi yönetmek üzere görevlendirildiği açıkça görülür. Hangi anlamın gerçek olduğu, Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtiğinde bütün paşaların ve halkın ona itaat etmesiyle zaten ortaya çıkmış bulunuyor.

Kendisine ‘Muvaffak ol’ diyen Padişah’a veda ederek Şişli’deki evine döndü. Daha sonra Akaretler’e giderek annesi ile vedalaştı. Artık hareket saati gelmişti.

Halifeye Sadakat
Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtiğinde bütün komutanlar, din âlimleri, direniş liderleri, kısacası bütün halk emrine girdi. Çünkü herkes millî mücadeleyi İstanbul Hükûmeti’ne karşıymış gibi görünerek başlatmaktan başka yol olmadığını biliyordu. İngiliz işgali altındaki başkentte esir konumunda bulunan padişahın böyle bir emri açıktan vermesi mümkün değildi. Dolaysıyla Mustafa Kemal’in ‘isyankâr paşa’ rolünü oynaması gerektiğini başta Kazım Karabekir olmak üzere bütün komutanlar gayet iyi anlıyordu.

Nitekim Vahdettin uzun yıllar sonra, yokluk içinde yaşam mücadelesi verirken bile Mustafa Kemal’i hep saygı ve minnetle andı. İtalya’da sürgünde yaşadıkları yıllarda torunu Hümeyra Hanım bir hatırasını şöyle nakleder;

Şehzade Ertuğrul Efendi ile oynadıklarında ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ marşını söylerken hizmetçilerden biri müdahale edip ‘yaşa’ değil ‘kahrol’ demelerini öğütler. Marşın sözlerini değiştirip ‘Kahrol Mustafa Kemal Paşa’ diye söylediklerini duyan Vahdettin üst kattaki dairesinin penceresini açarak çocukları azarlar, hemen yanına gelmelerini söyler. Kendisini ilk defa bu kadar sinirli gören Hümeyra Sultan’ın aktardığına göre parmaklarıyla ağzını iki yana ayırarak şöyle der: "Bana bakın, bir daha böyle bir şey söylediğinizi duyarsam ağzınızı böyle tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemal bir Türk askeridir, Türk paşasıdır ve benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem."

Vahdettin’in kızı Ulviye Hanım’ın kocası İsmail Hakkı Okday anlatıyor:

“1920-1921’de Anadolu’da Kuvvayı Milliye teşkil edilmiş, Yunanlılarla harp ediyordu. O esnada padişah her Cuma namazından sonra, selamlık namazından sonra, odama gelirdi. Askeri durum hakkında malumat alırdı ve ne vakit millî ordumuz bir zafer kazansa ‘Elhamdülillah, ordularımız, İslam orduları muzafferdir’ diye seviniyordu. Mustafa Kemal Paşa’yı takdir ediyordu.”

Daha sonra İsmail Hakkı Okday gizlice Anadolu hareketine katıldı. Sultan Vahdettin, damadının babası Sadrazam Tevfik Paşa’dan bu durumu öğrenince ‘Çok memnun oldum. Belinde taşıdığı kılıncın şerefine layık bir evlatmış.’ demiştir.

Gizli görevi nedeniyle padişah düşmanı gibi görünse de, aslında Mustafa Kemal de Vahdettin’e hep saygı duydu. 16 Mayıs 1926 günü İtalya’da sefalet içinde kalp krizinden vefat ettiği haberi geldiğinde Mustafa Kemal Paşa Adana’daydı. O esnada sofrasında bulunan Hamdullah Suphi, Atatürk’ün “Çok namuslu bir adam öldü.” dediğini nakleder.

Benzer şekilde II. Abdülhamid Han da Mustafa Kemal’den hep övgüyle söz etmiştir;

"Uzun bir müddet sonra oğlum Abit Efendi, benimle konuşurken Mustafa Kemal Bey ile tanıştığını söyledi. Sonradan Paşa olmuş. Hem de burada Beylerbeyi sarayında tanışmışlar. Taaccup ettim (şaştım). Burada ne arıyormuş dedim. Yüzbaşı Salih Bey (Bozok) arkadaşı cevabını verdi. Ara sıra arkadaşını görmeye geliyormuş. Abit Efendi ile bu münasebetle dost olmuşlar. Hatta Mustafa Kemal Paşa, kendisine iki ceylan yavrusu hediye etmiş. Bundan memnun oldum. Devletimin yüzünü ağartmış bir Paşa’nın Abit Efendi’ye yakınlık göstermesi bir şahsiyeti olduğunu anlatıyordu."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder