24-GİZLENEN BİLGİ

Okullarda, İslam dininin Mekkeli müşrikler tarafından kabul edilmeyişinin nedeni, putlara tapmayı bırakmak istememeleri olarak öğretilir. Yani itirazları hep inançla ilgiliydi diye düşündük.  Tek Tanrılı dinler ve putperestlik arasındaki teolojik fark üzerinde durmayacağız. Çünkü Ebu Süfyan’ın liderliğindeki Emevi (Ümeyye) ailesinin de derdi bu değildi. Birkaç nesildir çatışma halinde oldukları Haşimi oğullarını alt etme hesapları yaparken birden Peygamberimizin (s.a.v) karşılarına çıkıp hükümdarlık hayallerini yıkmasıydı bütün mesele!

Evet, kavga tamamen siyasi ihtirasla ilgiliydi; putlar, mabet, ibadet vs. ikinci plandaydı. Aslına bakarsanız kimsenin umrunda değildi, özellikle de Ebu Süfyan’ın...

Her şey Peygamberimizin dördüncü göbekten dedesi olan Kusay’ın Kâbe’nin idaresini Huzaa kabilesinden almasıyla başladı. Araplar arasında pek itibarlı olan bu görev artık Kureyş kabilesinin tekeline geçmişti. Kusay, Huzaa kabilesini Mekke’den çıkarmış Kureyşlileri yerleştirmişti. Kendisinden sonra da Kâbe’nin anahtarını oğlu Abduddar’a teslim etti. İşte o gün kardeş kavgaları başladı. Herkes bu şerefli göreve kendisinin daha layık olduğunu düşünüyordu.

Kâbe liderinin başka önemli görevleri de vardı. Çatışma büyüyünce bu görevler paylaştırıldı, bir kısmı Abduddar oğullarında kalırken, bazı görevler de Peygamberimizin büyük büyük dedesi olan Abdimenaf’a verildi. O da ölümünden sonra görevleri iki oğlu arasında pay etti, Ebu Süfyan’ın dedesinin babası Abduşşems ve Peygamberimizin dedesinin babası Haşim Mekke’nin yeni liderleri oldular.

Haşim ve Abduşşems’in ikiz olarak doğduğu rivayet edilir. Bu durum halk tarafından aralarında çekişme olacak şeklinde yorumlanmıştı. Bu varsayımın yanlış olmadığı kısa süre sonra görüldü. Abduşşems erken yaşta vefat edip yerine oğlu Ümeyye geçti. İşte günümüze dek sürecek olan Emevi ve Haşimi çatışması böyle başladı.

Ümeyye oğullarının devleti 1300 yıl önce bitti, onlardan iktidarı Abbasiler aldı, artık husûmetler tarihin derinliklerinde kayboldu, sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Karar vermekte acele etmeyin!

Ümeyye zenginliğine güvenerek amcası Haşim’e açıktan cephe aldı, anlaşmazlıklar çözülemez hale gelince hakeme başvuruldu. Eskiden hakem yüksek mahkeme gibi önemli bir yetkiye sahipti. Davalılar onun hükmüne itiraz edemezdi. Ümeyye 50 deve tazminat ödemeye ve 10 yıl süreyle Şam’da sürgüne mahkûm edildi. Görüldüğü gibi Emevi-Şam ilişkisi Muaviye’den çok daha eskilere dayanıyor. Tarih tekerrürden ibaret diyenlerin bir bildiği varmış...

Ümeyye’nin oğlu Harb (Ebu Süfyan’ın babası) haksız yere bir adam öldürüp ikinci kez hakem tarafından 100 deve tazminat ödemeye mahkûm edilince, Haşimiler karşısında üst üste haksız çıkmaları Ümeyye oğullarını iyice kinlendirdi.

İşte böyle bir psikolojik gerilim içinde Mekke’nin reisliği kavgası sürerken ilginç bir olay yaşandı. İleride Ebu Süfyan ile evlenecek olan Hind önceki eşi tarafından ihanetle suçlandı. Kocası, kendisini aldattığını düşündüğü Hind’i Yemen’de tanınmış bir kâhinin hakemliğine götürdü. Kadının adını temize çıkarmak için bunu kabul etmekten başka seçeneği yoktu. Kâhin Hind’in masum olduğunu kocasını aldatmadığını söyledi. Hatta Araplara hükümdar olacak bir oğul müjdesi de verdi.

Kocası bu habere pek memnun oldu. Ne de olsa hem namusu temize çıkmış, hem de bir hükümdar babası olma şansını yakalamıştı. Ama umduğu olmadı. Bu defa Hind onu reddetti. Gururunu kıran kocasını affetmedi. Sen o çocuğun babası olmayacaksın dedi ve boşandı.

Haber Mekke’de hızlı yayıldı. Özellikle de Ebu Süfyan’ın ilgisini çekti, hemen evlenme teklif etti. Hind ile evlenince artık Emevilerin iktidarına kesin gözüyle bakıyordu. Ama Ebu Süfyan bu kehanetin nasıl gerçekleşeceğini hemen görememişti. O, bir taraftan hükümdar olacağına inandığı oğlu Muaviye’yi özel yetiştirirken, diğer taraftan da en büyük rakibi olan Haşimi oğullarını bir şekilde bertaraf etmenin yollarını arıyordu. Tam böyle bir atmosferde Peygamberimizin ortaya çıkması bütün hayallerini alt üst etmişti.

Şimdi daha iyi anlıyorsunuz müşriklerin İslam’a itirazının neden inançla ilgili olmadığını…

Tam da hükümdarlık planları yaparken, ve de işi en sağlam kâhine teyit ettirmişken Haşimilerden birin Peygamberliğini kabul etmesi elbette mümkün değildi. Bu yüzden İslam’a en şiddetli tepkiyi Emeviler gösterdi. Aralarından Hz. Osman veya Sa’d bin Ebi Vakkas gibi birkaç istisna dışında İslam’ı kabul eden olmamıştı. Haşimiler de çoğunlukla Peygamberimizi destekliyordu. Kısacası, Emeviler açısından mesele din-inanç savaşı değil, tamamen siyasi nüfuz mücadelesinden ibaretti.

Ebu Süfyan da, oğlu Muaviye de akıllı insanlardı. Ellerindeki son imkânı da kullanıp mağlup olunca, yani Mekke fethedilince, strateji değişikliğine gittiler. Kimsenin inancını, kalbini sorgulama hakkına sahip değiliz. Gerçekten iman edip etmediklerini sadece Allah bilir. Bizim yapabileceğimiz tek şey gördüğümüzü yorumlamaktır. Ebu Süfyan veya Muaviye münafık mıydı, değil miydi tartışmasına girmiyoruz. Bunu yalnızca Allah bilir.

Ancak bizim bildiğimiz ise, Ebu Süfyan’ın Araplara hükümdar olma hayalinden bir an bile vazgeçmediğidir. İslam dinine karşı gerçekleştiremediği planını bu defa İslam’ın yanında devreye soktu. Ebu Bekir’in (r.a) hilafetinde başarılı olamadı ama Ömer (r.a) zamanında oğlu Muaviye’yi Şam valisi yaptırmayı başardı. Muaviye gerçekten de zeki ve iyi eğitimliydi. Vali olacak vasıflara sahipti, gözünü diktiği yüksek hedeflere ulaşması için çok dikkatli olması gerektiğinin de bilincindeydi.

Peygamberimizin torunu Hasan (r.a) ile anlaşma yaparak, halifeliğini kabul etmesi halinde vefatından sonra hilafetin tekrar Ehl-i Beyt’e geçeceğine dair Kur’an üzerine yemin etti. Ama ilk fırsatta Hz. Hasan’ı zehirletip oğlu Yezid’i halife tayin etti. Muaviye’nin hayatına baktığımızda, amacına ulaşmak için her yolu mübah sayan bir insan profili görüyoruz. Bu yüzden kendisini İslam dünyasının Makyaveli olarak tanımlayanlar haksız sayılmaz. Onun yetiştirdiği öz oğlu Yezid’in kalın günah defteri ise hepimizin malumu, anlatmaya bile gerek yok!

Sünnilere bu önemli ayrıntılar anlatılmıyor. Peygamber soyuna karşı savaşanlar her zaman var oldu, bugün de görevlerine devam ediyorlar. Suudi kraliyet ailesi gibi Ehl-i Beyt düşmanlarının şeceresini kurcalayıp kafaları daha fazla karıştırmayalım.

Bazılarının aklına gelen bir sorudur; İmam Ali (r.a.) gibi hayatı boyunca hiç yenilmemiş, olağanüstü yeteneklere sahip biri neden hilafet konusunda başarılı olamadı. Bu soruya en güzel cevabı Bediüzzaman verir:

“O mübarek zât, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam siyasi başarı ve tamam saltanat olsaydı ‘Şah-ı Velayet’ gibi manidar unvanı bihakkın kazanamayacaktı. Hâlbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek üstünde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll (Üstatların Üstadı) hükmüne geçti; hattâ kıyamete kadar manevi saltanatı bâki kaldı.”72

İlahî kader, Ehl-i Beyt’e dünya hükümdarlığı yerine manevi âlemin sultanlığını takdir etti. Böylece siyasete hiç bulaşmadan temiz kalmalarını sağladı. Çünkü onların dünyayı ıslah vazifesi ‘Son Zaman’da olacaktı.

1 yorum: