13-BİZİM BİRADERLER

Habsburg ve Osmanlı hanedanına karşı devrimci faaliyetler İtalya üzerinden Carbonari teşkilatına bağlı olarak yönetiliyordu. Bu localar irregulier (gayri muntazam) olmaları nedeniyle gerçek masonları temsil etmekten uzaktı.

Masonluğu kural dışı oluşumlara karşı çaresiz kılan, locaların kuruluş yöntemidir. Yedi usta bir araya gelip yeni bir loca kurabilir. Obedyans yeni locayı tanırsa "legal" sayılır. Locada ne işler karıştırıldığını bilmek, kontrol etmek kolay değildir. Örneğin İtalya'da "Temiz Eller Operasyonu"na neden olan P2 Locası gibi…

Papa suikastinden, Vatikan’ın kara para trafiğine, faili meçhul cinayetlerden mafya bağlantılarına kadar her rezalete bulaşan bu loca masonluğun yüz karası oldu. Gerçi eller temizlenmedi, biraderler olayı örtbas etti ama bütün bu skandallar toplumun gözünde masonluğu da iki paralık etti. Türkiye’de ise hiçbir zaman "temiz el" operasyonu yapılamadı.

Türkiye’ye has bir garabet de masonluğa giriş usulüdür. Muntazam masonlukta locaya girme daveti yoktur. Çünkü bu masonluğun özüne aykırıdır. Usta hiçbir zaman ‘gel çırak ol’ diye kimseye teklif etmez. Makamın bir ağırlığı vardır, hasta doktorun ayağına gelmeli ve tedavi talep etmelidir.

İnisiyatik kardeşlik örgütlerinde durum benzerdir. Locaya girme davetinde bulunmak makamı ayağa düşürmektir. Mürit talep etmelidir. Üstatlar ise ne amaçla geldiğini sorgular, eğer ticari, siyasi bir beklentisi varsa locaya kabul edilmez.

Ancak Türkiye’deki uygulama bunun tam tersidir. Biraderler kimin mason olacağına kendileri karar verir. Genellikle ünlü sanatçılar, zengin işadamları, medyatik profesörler, önemli bürokratlar veya siyasetçiler davet edilir. Sıradan bir doktor veya avukat masonluğa layık görülmez. Onlar yeterli kariyeri elde edene kadar Rotary veya Lions kulüpleriyle yetinmek zorundadır. Birader Dr. Seyfi Basa’nın dediği gibi: «Türkiye'de her şey bozulduğu gibi masonluk da bozulmuştur. Türkiye'de bozulmayan yer kaldı mı?»

Atatürk döneminde de durum farklı değildi. Mustafa Kemal daha genç bir subayken girdiği localarda neler döndüğünün farkındaydı. O, masonların siyasete fazlasıyla bulaştığını biliyor, bunu önlemenin yollarını arıyordu.

Osmanlı’nın son döneminden itibaren çoğunlukla İzmir ve Selanik’te açılan kural dışı localara genellikle kripto-Yahudiler girdi. Bu yüzden Türkiye masonluğu en başından beri Yahudi kontrolünde oldu. Dolaysıyla hep İslam karşıtı bir çizgide faaliyet yürüttüler.

Dinsiz bir mason, ateist müftüye benzetilebilir. Bir camii düşünün ki, imam Allah’a inanan, inanmayan herkesi namaza davet ediyor. Tutarsızdır, hatta komiktir, ama bu komedi şu an Fransa merkezli mason tiyatrolarında hâlâ sergileniyor. Gerçi masonluk din değildir ama din temeli üzerine kuruludur. Tanrı inancı olmayan birinin mason locasına girmesi ile camide namaz kılması arasında fark yoktur. Gülünçtür!


Osmanlı döneminde masonluğun tarihi hakkında çok net bilgiler bulunmasa da, çoğunlukla Fransa merkezli olduğu bilinmektedir. Albert Mackay, ilk locanın 1838’de ‘İngiltere Büyük Locası (Grand Lodge of England)’ tarafından açıldığını yazmıştır. Hani şu modernist Anderson ve Desaguliers biraderlerin icat ettiği oluşum…

Mackay’e göre bu loca varlığını devam ettiremedi. 1844’te bazı Türkler inisiye edildi ama isimleri belli değildir. 1878 yılında yayınlanan bu masonik kaynağa göre o tarihte Osmanlı topraklarında aşağıdaki localar faaliyetteydi:

- İzmir’de Fransız Grand Orient altında dört loca
- İstanbul’da İtalyan Grand Orient altında bir loca
- İstanbul’da Grand Lodge of Scotland’a bağlı bir loca
- İzmir ve İstanbul’da Chapter of Scotland’a bağlı iki Royal Arch Chapters
- İstanbul’da iki Gül-Haç teşkilatı

İsimlerinden de anlaşılacağı üzere, Türk Masonluğu daha ilk yıllarından itibaren yanlış tarafın kontrolündeydi. Avrupa Masonluğunu dejenere eden ekip Osmanlı topraklarına el atınca hayırlı bir iş yapması beklenemezdi.

Büyük Locanın Genel Sekreteri Nafiz Ekemen’in açıklamaları Türkiye Masonluğunun en başından beri yanlış geliştiğini ortaya koymaktadır;

«1909 yılında usule aykırı olarak kurulan ve 1948 yılında usule aykırı olarak uyandırılan Millî masonluğumuz, bu usulsüzlükler yüzünden Dünya masonluk camiası içinde kendine lâyık olan mevkii bir türlü alamamış, dış münasebetleri bir takım gayrı muntazam teşkilâtla mektuplaşmaktan ve görüşmekten ileri götürememiş ve memleket içinde uhtesine düşen çeşitli hizmetlerden hiçbirisini ifa edememiştir.

Bir Büyük Loca, ya muntazam bir başka Büyük Loca tarafından, veya usulüne göre, yani muntazam bir Büyük Locadan patent alarak kurulmuş üç veya daha fazla muntazam Loca tarafından tesis olunduğu takdirde muntazamdır ve bu sıfatla diğer muntazam Büyük Localarla münasebet kurar ve müntesipleri de ancak bu suretle muntazam mason sıfatını alır ve taşır.

Bunun dışında, mensup oldukları localardan ayrılarak, faal ve muntazam mason sıfatını kaybeden eski biraderlerin bir araya gelip tıpkı bir kulüp, bir cemiyet kurar gibi teşkil edecekleri topluklar ne Locadır, ne de Büyük Loca. Bunların ismi ‘Clandestine (el altından)’ gizli localardır ve müntesipleri, muntazam olmadıkları için, Mason sıfatını haiz değildir ve Mason haklarından faydalanamazlar… »
(1965-Nisan 10. Çalışma Devresi ‘Tanzim-Consecration’ töreni)

Türkiye’de masonluk iki ana gruba ayrılır:

Birincisi, Fransa Büyük Doğu Locasının Türkiye uzantısı olan ‘Mason Mahfili’dir. Daha sonra adını ‘Özgür Masonlar Büyük Locası’ olarak değiştirdi. Dinsizlerin kabul edilmesi, kadınlara ait loca gibi her türlü modernist faaliyet bunların marifetidir. Masonluktan çok sosyal kulüplere dönüşmüştür.

İkinci obedyans ‘Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’dır. Sayıca daha fazladırlar, geleneğe bağlı kalmaya çalışsalar da onların içinde de durum karışıktır. Ama kesin olan bir şey varsa, o da masonluğun dinsiz bir yapılanma olmadığıdır. Üyeler için çıkardıkları ‘Mimar Sinan’ dergisinin her sayısı şu âyetle başlar:
 

"Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz." (Âli İmran, 139)

Osmanlı döneminden itibaren masonların –tıpkı Fransa’da olduğu gibi– devrim girişimleri ve çıkar ilişkileri toplumda masonluğun yanlış tanınmasına neden olmuştur. Adları sürekli siyasi komplolarla gündeme gelen masonlar son zamanların modası ‘İlluminati’ ile ilişkilendirilince satanist bir tarikat gibi algılanır oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ‘laiklik ilkesi’ üzerinden İslam’a saldıran tavırları toplumda ön yargı oluşturdu. Bugün artık masonluğun gerçekte bambaşka bir şey olduğuna insanları ikna etmek olanaksız gibidir.

Bu durum İslam dünyasındaki sapkın gruplara benzetilebilir. Her dindar, sapık bir tarikatın veya kafa kesmeyi sevap sayan bir örgütün İslam’ı temsil edemeyeceğini söyleyerek dinini savunur. Haklıdır da!

Ancak nedense konu masonluk olunca aynı yaklaşımı sergilemek yerine, binlerce yıllık geleneği topyekün din düşmanı olarak damgalamaktan çekinmemesi ilginç bir çelişkidir. Masonluk içinde de satanist gruplar, büyücülükle uğraşanlar, kontrol dışı localar elbette olabilir. Ama bu, bütün masonluğun şeytani bir yapılanma olduğu anlamına gelmiyor! 



Türkiye masonluğu ilk kuruluşundan itibaren felsefeden çok siyaseti sevdi, dolaysıyla günümüz biraderlerinden pek azı geleneksel masonluğa ilgi duymaktadır. Özellikle "big brother" konumunda olanlar için devlet işleri hep öncelikli olmuştur.

 
Encümen-i Daniş
Mustafa Reşit Paşa, Fransa’da büyükelçilik yaptığı dönemde Fransız Bilimler Akademisi’ni pek beğenmiş ve dönüşte onun bir versiyonu olarak Encümen-i Daniş’i kurmuştu. İlk bakışta çok masum görünüyor. Tabii eğer arada şu ‘Fransa’ lafı olmasaydı…

Ama bu ayrıntı olmasa da Encümen-i Daniş ile Cercle d’Orient arasındaki bağlantıyı görmek zor olmazdı. Cercle Fransızca ‘daire, halka’ anlamına gelen bir sözcüktür. Orient ise doğu demektir. Encümen-i Daniş 1862’de, Sultan Abdülmecid’in ölümü akabinde her nedense kapanmış gibi göründü. 1884’te Cercle d’Orient olarak tekrar sahneye çıktı. Daha sonra adı Büyük Kulüp olarak güncellendi. Türkiye’nin önde gelen iş adamları, siyasetçiler, generaller, üst düzey devlet adamları bu kulübün üyesidir.

Kendilerine sorarsanız masonlukla filan bir ilgileri yoktur, öyle arada bir toplanıp şampanya içerken ülke meselelerinin konuşulduğu sosyal bir tesistir, hepsi o kadar! Ama bazı küçük detaylar dikkatimizi çekiyor. Mesela bu kulüp, kendi web sitesinde de ifade ettiği gibi, 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından Cercle à Pera adıyla kurulmuş, 1884 yılında da Cercle d’Orient adını almıştır. Tesadüfe bakın ki, meşhur Fransız Grand Orient mason locası da aynı binadaymış. Hani şu Fransa’da ortaya çıkan kuraldışı masonluk! Zaten isimleri de çok benzer. Örgütü kuran İngiliz, ama nedense ismi Fransız… Türklerin Fransızlaştırılması sürecine İngiliz desteği yadırganacak bir durum değildir.

Abraham Paşa tarafından mimar Valloairi’ye yaptırılan Beyoğlu’ndaki ilk binası İngiliz ve Fransız eşyalarıyla tefriş edildi. Sonradan taşındığı Kadıköy’deki mekân da aynı şekilde. Her türlü lüksün olduğu yalancı bir cennet yaratıldı. Fransızlara hizmet edenler elbette bu kadarcık ödülü hak ediyordu. Sıradan halkın asla giremeyeceği bu çok özel kulüplerinde en nadide şaraplar ve ziyafetlerle meşk ederken neler konuştuklarını tahmin etmek zor olmasa gerek!

Fransız hayranı bu elitler, tepeden baktıkları ve pek zavallı gördükleri Türk halkını nasıl medineleştirip adam edeceklerinin hesabını uzun uzun yaptılar. Bu arada unutmadan söyleyelim, toplantı tutanakları hep Fransızca idi. Üstlerine raporları iletirken zahmet olmasın, bir de tercüme ile yorulmasınlar diye, çok iyi konuşmakla övündükleri Fransızca yazmış olmaları normaldir. Bu bir iddia değil, Büyük Kulüp kendisi söylüyor. 1930’dan sonra lütfedip Türkçe de yazmışlar. Acaba bugün hâlâ Fransızca raporlama devam ediyor mudur, diye düşünmeden edemiyoruz…

“19 Mart 1882 tarihli Kurucular Toplantısında Baron de Hirschfeld, başkanlığında teşekkül etmiş olan 9 kişilik Yönetim Kurulu 1884 yılına kadar toplantılarını muhtelif sefarethanelerde yapmıştır. Aynı yıl Abraham Paşa tarafından mimar Valloairi’ye yaptırılan Beyoğlu’ndaki binaya geçilmiştir. Binanın tefrişinde İngiliz, Fransız ve Osmanlıya ait aksesuarlar ve eşyalar kullanılmıştır. 1930 yılında Alaiyeli Mahmut Bey’in teklifi üzerine toplantı tutanakları Türkçe ve Fransızca olarak düzenlenmeye başlanmıştır.

Bu yerde bir asıra yakın mevcudiyetini sürdüren kulüp, her yönü ile cemiyet hayatına ve diğer sosyal kulüplere örnek teşkil etmiştir. Karar defterlerinde 1882 yılından bugüne kadar yapılan Genel Kurul toplantıları ile Yönetim Kurulu toplantıları tutanakları mevcuttur. Toplumumuzun tarihindeki en büyük bunalımların ve değişmelerin yaşandığı sürecin tanığı olan kulübümüz aynı zamanda bu olaylarda rol üstlenmekle birlikte, üyelerinin bunlara fiilen katıldığı bir cemiyet olmuştur. Laik ve Demokratik Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu güne kadar siyasilerin ve yüksek bürokratların, ayrıca bilim, sanat ve iş dünyasının büyük şahsiyetlerinin başkanlık yaptığı kulübümüzde üye sayısı 7000’e ulaşmıştır.”
www.buyukkulup.org.tr

Büyük Kulüp’ün kendi web sitesinde övünerek yayınladığı bu cümleler itiraf gibidir. Yabancı ülkelerin büyükelçilik binalarında faaliyete başlayan bu kurum, toplumsal bunalım(!) süreçlerinde fiilen de rol almış! O bunalım dönemlerinde ne rol oynadıklarını, kimin hesabına çalıştıklarını varın siz tahmin edin. Fransa ve İngiltere elçilik binalarında eğitimlerini tamamladıktan sonra Fransa Büyük Doğu Locası’na yerleştiler. Bunlara neden Franko-Türkler dediğimizi artık daha iyi anlıyorsunuz.

Şebeke kurulduğu günden bu yana Türkleri Fransızlaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmedi. Bu yolda karşılarına çıkan en büyük engel II. Abdülhamid Han idi, onu da ortadan kaldırmayı başardılar. Ama yenemediler. Çünkü Sultan kendilerine çok kötü bir sürpriz hazırlamıştı. Kendileri nasıl ki Türk ve Müslüman maskesiyle Osmanlı içine sızmışlarsa, Halifenin adamları da onların içine sızmıştı. Özellikle de biri...

“Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir." M. Kemal Atatürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder